Bugün, Anayasal esaslara dayalı Türkiye Cumhuriyetinin ve devlet sisteminin çökertildiği, devletin tüm kurum ve kurallarıyla iflas ettiği, teoride bilinen herhangi bir sisteme karşılık gelmeyen "Fiili Durum Rejimi"ne geçildiği ve bu sistemsizlik cenderesinde yargının; hem yapısı, hem işleyişi, hem de ürettiği adalet hizmeti ile toplumda karşılık bulduğu güven açısından yaşamsal krizin içinde olduğu bir süreçte yeni adli yıla giriyoruz.
Adli yıl açılışları, geride bıraktığımız yılın genel bir değerlendirmesini yapmak ve gelecek hakkında beklentileri ve öngörüleri paylaşmak bakımından bir fırsat olarak görülmekteydi. Ancak “söz”, gerçeklerin olanca vahameti karşısında duyulabilir ve anlaşılabilir olma yeteneğini kaybetti. Bu yüzden yeni adli yıl için mesaj hazırlarken yine havanda su dövüyor ve abesle iştigal ediyor gibi bir duyguya muhatabız. Uzunca bir süredir, bir aymazlık ve vurdumduymazlık boşluğunda, duyduğumuzun yine kendi sesimiz olması, umutlarımızın önünde bir engel olarak gözükse bile doksan yıl öncesinde "Gençliğe Hitabe"deki buyruk, bize diz çökme, teslim olma hakkını asla vermiyor.
Hukuk Devleti idealine olan bağlılığımız ve hukukun üstünlüğüne inancımız; gerçekleri haykırışımızın, her türlü baskı ve zulme direnişimizin sönmeyen kaynağıdır. Halkımızın, bu eşşiz yurda sahip olmasının rastlantı olmadığını, bir "hakedilmişlik" içerdiğini tüm dünyaya bir kez daha gösterene kadar asla durmayacağız. Karanlıklara yalnızca huzursuzluk vererek değil aynı zamanda aydınlığı, güneşli günleri de haber veren çığlığımızı duyuracak, akıl ve vicdan süzgecinden damıtarak konuşmaya devam edeceğiz.
Yakın zamana kadar, içinde yer aldığı coğrafyada laiklik ve demokrasi kulvarında örnek olarak gösterilen, ancak cehaletin, kibrin ve hırsın el ele verdiği bir çılgınlığın peşinden iç savaşın eşiğine getirilen, dışarıyla savaş için türlü bahaneler peşinde fırsat kollanan bir ülkenin yargısı olarak, adeta boşa pedal çevireceği duygusu eşliğinde yeni bir çalışma dönemine başlıyoruz. Geriye baktığımızda, biat ettirilmiş, onuru ayaklar altına alınmış, kararları, hukuki mütalaa kadar değer taşımamaktan öte, yargı mensupları aleyhine suç unsuruna dönüştürülmüş, mesleki güvence diye haykırırken can güvenliği kalmamış koşullarda bu çalışma döneminin sonuna ilişkin maalesef hiçbir iyimser öngörümüz bulunmamaktadır.
Geride kalan ve acıyla hatırlanacak yılın sonunda geldiğimiz noktaya bakıldığında, yargının sürüklendiği felaket çok daha kolay anlaşılacaktır. Her şey öylesine alenileşti ki, bu yıl artık yargının problemlerini nasıl bir üslup ve yaklaşım sergileyerek kamuoyuna anlatalım da sorunlara karşı yüksek farkındalık yaratılabilsin kaygısını taşımıyoruz. Gerçekten de, fütursuzluk, kural tanımazlık, rejim düşmanlığı ve benzeri bir görüntü ve bu görüntüye hizmet eden, yürütmenin emrinde HSYK’nın araçsallaştırıldığı, mahkemelerin muhaliflerin sesini kısmada silahsız güç olarak kullanıldığı bir yargı gerçeği tüm çıplaklığıyla halkın karşısındadır. Artık herkes ne olup bittiğinin farkındadır.
Geçtiğimiz yıl;
- Bir yurttaşın, “Hırsız var” dediği gerekçesiyle karakola götürüldüğü, ifadesinin alınması sonrasında serbest bırakılması yönünde talimat veren nöbetçi savcının da geçici olarak başka bir ile görevlendirildiği,
- 16 yaşındaki bir çocuğumuzun okuldan gözaltına alınarak CMK´daki tutuklamaya ilişkin hükümlere, AİHS ve Anayasa’da yer bulan ifade özgürlüğüne, ülkemizin taraf olduğu çocuk haklarına dair uluslararası sözleşmelere aykırı olarak tutuklandığı,
- Adalet Bakanının YARSAV hesabından atılan ve HSYK´yı eleştiren bir tweet nedeniyle ‘durumun HSYK´ya iletildiğini, gereken inceleme ve soruşturmanın yapılacağını’ ifade ederek bir yargı örgütünü dolaylı tehdit etme cüreti gösterebildiği,
- Ülkemizin bir nevi insan hakları mahkemesi niteliğinde kurgulanan, hak ve özgürlüklerin korunmasında ve hukuk devletine bağlılığın pekiştirilmesinde başrol oynaması düşünülen Anayasa Mahkemesi’nin yeni başkanının takdir yetkisini, tek kabahati yargıda ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullanmak olan YARSAV Başkanı’nın yıllardır emek verdiği kurumundan gerekçesiz bir şekilde ilişiğini keserek ve bunu anlamlı zamanlama ile adli tatilde yaparak kullandığı,
- Sulh Ceza Hâkimlikleri ve ihtisaslaşma adı altında oluşturulan yeni Ağır Ceza Mahkemelerinin iktidarın silahsız kuvvetleri olarak görev yaptığı,
- Son dönemde sürgünler, disiplin cezaları, adliyelerde tartaklanma, yaka paça dışarıya atılma, hatta sokakta, büroda, lojmanda, adliyede ölümlü saldırılarla birlikte anılan yargı mensupları için tutuklanmalarının da gündelik yaşamlarının bir parçasına dönüştüğü, tutuklanmanın, siyasal egemenlerin istemediği kararları veren tüm yargı mensuplarını bekleyen yazgı olarak zihinlere işlendiği,
- Cumhuriyet Savcısının İstanbul’un göbeğinde en modern! adliye sarayında şehit edildiği, gerçek faillerin, yapılan sözde kurtarma operasyonunun ve meslektaşımızın katledilişindeki çok önemli ayrıntıların kamuoyundan gizlendiği, soruşturmanın halen "bir savcıdan diğerine havale" labirentlerinde unutturulmaya ve kapatılmaya çalışıldığı,
- Yargıç ve savcıların güvenliğinin sağlanması için, yine yargıç ve savcıların aranmasının bir çözüm olarak sunulması öngörüsüzlüğü ve beceriksizliğinin sergilendiği,
- 2014 yılı HSYK seçim sürecinde imzaladıkları etik sözleşmesi ile liyakat ve objektifliği esas alacaklarını belirterek yargıç ve Cumhuriyet savcılarından oy isteyen anlayışın, göreve geldikten sonra bu kapsamdaki ilk ve en önemli sınavı olan yüksek yargı organlarına üyelik seçimlerinde, kendilerinden olanları “ödüllendirme”, kendilerinden olmayanları ise “düşman görme-yok sayma” mantığını artırarak devam ettirdikleri,
- Kararnamelerin; HSYK üye seçimi sonrası, kazananlar için ganimet paylaşımını sürdüren, yenilenler için ise burnunu sürtme ve cezalandırma politikasını hoyratça devam ettiren bir kurum kültürünün pekiştirildiği,
- Devletin istihbarat kurumuna ait tırlarda yapılan aramada Suriye’deki terör örgütlerine gönderilmek üzere silah ve mühimmat taşındığı gibi ülkemizi uluslararası düzlemde ciddi anlamda sıkıntıya sokacak bir eylemin soruşturulmasının, görevini yapan savcılar açısından cezaevinde son bulduğu,
- Basın emekçilerinin hükümete yakın ve uzak olarak ikiye ayrıldığı, birincisi için bol gelirli özgür bir basın, ikincisi için ise cezaevinin ya da işsizliğin sunulduğu,
- Her türlü demokratik örgütlenmenin iktidar için bir tehdit unsuru olarak görüldüğü,
Acılarla, kanla ve hukuk tanımazlıkla geçen bir kara yıl oldu.
İşte böyle bir ortamda, 12 Ekim 2014’te, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 10 asıl 6 yedek üyesinin belirlenmesine yönelik, adli ve idari yargıdan toplam 13.993 yargıç ve savcı meslektaşımızın seçmen olarak yer aldığı seçimler yapıldı.
Bu seçimlerde, siyasi iktidarın Yargıda Birlik Platformu olarak kurduğu yapının desteklediği (doğal olarak siyasi iktidarın onayından geçen) adaylar lehine yürütmenin tüm olanakları seferber edilmiştir. Başsavcı ve komisyon başkanlarının tüm ekipmanıyla seferber olduğu, zayıf kalınan yerlerde mülki amirlerin devreye girdiği, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Adalet Bakanı Basın Müşaviri ve bilumum yandaş medyanın açıkça sahada olduğu bu seçimin, Hükümet temsilcilerine "kazandık" sevinci yaşatması, bağımlı HSYK tablosunu değiştirmediğinin göstergesi olmuştur.
2010 ve 2014 seçimlerinin ortak noktası, yürütmenin forması ve armasını taşıyanların belirgin üstünlük kurmalarıdır. Değerler ve ilkeler değil yargı dışı aktörler belirleyici olmuştur.
Olumsuz 2010 tecrübesinin acı ve telafisi çok zor sonuçlarını halen yaşamakta iken, üzülerek ifade ediyorum ki, zaman yine bizi haklı çıkarmış ve HSYK, belirtmiş olduğumuz bu acı, ürkütücü ve bir o kadar da korkutucu tespitin doğruluğunu seçim sonrası ilk bir yıllık faaliyet ve kararlarıyla tüm kamuoyuna göstermiştir. Yürütmenin, yargısal faaliyetlere dönük en nazik taleplerine dahi gözünü ve kulağını yargı bağımsızlığı adına kapatması, evrensel hukuku da içine alan mevzuat ve vicdanına göre karar vermesi gerektiğine inandığımız ve savunduğumuz bir HSYK anlayışından, yürütmenin emir ve talimatlarını istenilen süratte yerine getiremediği için yürütmeden tüm kamuoyu huzurunda özür dileyen bir HSYK anlayışına evrilinmiştir. Seçimden bu yana ortaya konulan uygulamalar ve kararlar; HSYK seçimi ile birlikte sağdan hizaya sokulan yargının, siyasal iktidara tekmil vermeye hazır hale getirildiğini ve bu uygulamalarıyla görevlerini hakkıyla ifa ettiklerini kendilerine bu mizansende rol verenleri bile şaşırtacak derecede ortaya koymaktadır.
‘Hizmet gereği’ kavramının bir atama/yer değiştirme gerekçesi olamayacağı ve bunun tarihe gömüleceği vaadiyle oy devşirenler, bugün herşeylerini bu kavram üzerinden gerekçelendirmeye başlamışlardır. Yürürlükteki düzenlemelere aykırı yapılan atama ve yer değiştirme tasarruflarına karşı yapılan itirazlara verilen yanıtlarda, tüm tasarrufların hizmet gereği olduğu HSYK tarafından kes kopyala yöntemi ile ilgililere tebliğ edilmektedir.
Hâlihazırda 14.000’i aşkın sayıda yargı mensubunun bulunduğu yargı teşkilatında, 2014 Ekim ayı sonrasında çıkartılan 12 kararname ile üçte birinin görev yerleri değiştirilmiştir. Yine aynı dönem içerisinde yüzlerce kişi unvan değişikliğine tabi tutulmuştur.
Artık kimsenin mevcut yargı yönetiminden objektif hareket edebileceğine yönelik ne bir umudu ne de beklentisi bulunmamaktadır. Herşeyin kontrolden çıktığı ya da birileri açısından tamamen kontrol altına alındığı bir kaos/düzen ikliminde soluklanıyoruz. Yüksek yargıya yapılan atamalar, kapalı devre sulh ceza hakimlikleri, ardı arkası gelmeyen kararnameler, isimsiz ihbarlarla başlayan soruşturmalar, tartışmaya kapalı yargıç kimliği, tutuklanan çocuklar, kapatılan internet siteleri ve daha niceleri, yargının, oligarşik iktidarın korkutucu bir aracı olarak toplumu hizaya çekmekte kullanıldığının, iktidarın ve eklentilerinin ekseninde bir yandan toplumu dizayn ederken bir yandan da bindiği dalı kesmekte olduğunun en açık örnekleri olarak tarihimizde kara bir leke olarak yerini almıştır.
Ancak, siyasal iktidar koltuklarından, sofralarından, keselerinden saygınlık devşirilmesi mümkün değildir. Elde edilen kazanımlar, kısa süreli olacak ve silinmez kötü sicil ile utanca evrilecektir. Bilinmelidir ki, kimse ama kimse, toplumsal kesimleri barış ve huzur içinde bir arada tutan çimento olması gereken hukuku ve yargısal eylem ve etkinliği, iktidar hırsı ve hegemonyası için muhaliflere taş atılan mekanizmaya dönüştürmenin tarihsel sorumluluğundan kurtulamaz. Güç odaklı projeler, ancak gücün ömrü süresince hukuksal sorumluluğu öteleyebilir, asla yok edemez.
Yargıçların korku ya da yakınlık hisleri ile karar verdikleri, verilen kararların sonuçlarına göre taltif ya da tecziye edildikleri bir sistemde bağımsız bir yargıdan söz etmeye olanak yoktur. Yargıçların kararlarından ve hatta sosyal medyadaki görüşlerinden dolayı cezalandırıldıkları veya görev yerlerinin ve unvanlarının değiştirildiği bir ülkede ne demokrasi ne de hukuk devleti ayakta kalabilir.
Yönetimlerin temel görevlerinden birisi, normatif kuralların uygulanması yanı sıra kurallara uyum konusunda örnek olmasıdır. Yönetimin bizzat kendisinin, meşruiyetinin dayanağı anayasa başta olmak üzere yasal düzenlemelere ve sistemin saç ayaklarına inanmadığını ve uymayacağını beyan etmesi ve buna koşut eylemlerde bulunması halinde ne yapılacağı bugünün temel sorusudur. Parlamenter sistemin buzdolabına konulduğu ve bir adım daha öteye rejimin fiilen değiştiği/değiştirildiği ve kuralların buna göre yeniden dizayn edilmesi gerektiğine ilişkin en tepe söylem ve eylemlerin, güven ve meşruiyet kavramlarının bilimsel tartışmasında nereye konulabileceği sorunsalına batılı/doğulu tüm sosyal bilimciler bir araya gelse yanıt bulamayacaklardır. İçerisinde yaşadığımız durumun vahametiyle gelen yeni şartlar, hukuk devletine ilişkin koşulsuz bir bağlılığı hiç olmadığı kadar zorunlu kılmakta ve fakat yargı ve adalet sistemine ilişkin sorunlara ta baştan/en başından bir bakış açısı geliştirilmesini dayatmaktadır. On yıllar önce geride bırakmış olmamız gereken hukuka ilişkin temel prensipler ve bu prensiplerin sosyal, ekonomik ve politik yaşam açısından, bir ulusun hayatta kalma çabası düzeyinde taşıdığı öneme yeniden ve daha güçlü bir vurgu yapılmalıdır.
Aslında önümüzde sorun olarak gözüken, çözümü gereken ve kesintisiz çaba isteyen bir dolu ajandamız var. Başta yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıç güvencesi, yargıda iş yükü ve yargı mensuplarının özlük hakları olmak üzere birçok kronik sorunun normale dönüşmesine izin vermeden çözümü adına sürekli gündem oluşturmak zorundayız. Ancak, hukukun nefessiz kaldığı bu atmosferde, modern demokrasilerde hukuka dayanmayan bir iktidarın hiçbir meşruiyeti olamayacağını hatırlatma ve hukukun üstün kılınması için çaba gösterme, önceliğimizdir. Faşizan ve otoriter eğilimlere karşı örgütlü mücadeleden başka yol yoktur. Dünyanın her yerinde örgütlü mücadele suretiyle yürütmenin müdahalelerine karşı konulmakta, hâkim ve savcılar bakımından kullanılabilecek başka yöntem de bulunmamaktadır.
Kişiye, aileye ve zümreye özel fetvalardan yararlanma şansı olmayan, olmasını da 21. yüzyılda bir uygarlık iflası olarak görmesi gereken toplumun da, sığınacağı son çatı olan laik yargı kurumunun elinden alınmasına rıza göstermeyeceği inancındayız. Bu konuda sessizlik ya da ikircikli bir tavrı affedilmez bir hata, karşı koyuşu ise tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Gezi ruhunun sembolize ettiği, insan onurundan kaynaklanan değerlerin güvencesi olması gereken yargı, aynı anlamlı ve bir o kadar görkemli sahip çıkışı hak etmektedir.
Bu vesile ile başta yargı şehidimiz değerli meslektaşımız Mehmet Selim Kiraz olmak üzere, tüm şehitlerimizin yakınlarına, yargı camiasına ve yurttaşlarımıza başsağlığı diliyorum.
Yeni adli yılın, baskının ve hukuksuzluğun zirve yaptığı bu başdöndürücü ve kaotik sürecin sonlandırıldığı bir yıl olması umuduyla; yargıç, Cumhuriyet savcısı ve avukat meslektaşlarımız, adliye personelimiz ve adalet beklentisi içinde güvenebileceği son liman arayan tüm halkımız için aydınlık günlerle dolu olmasını diliyorum. 01.09.2015
Murat ARSLAN
YARSAV Başkanı