Mit Müsteşarının İfadeye Çağrılması Sonrası Gelişen Olaylar Hakkında Basın Açıklaması

Ülkemiz; Deniz Feneri, Şike Yasası ve son olarak MİT Soruşturmasında, güç sarhoşluğu ile malul siyasal iktidarın, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı değerlerini ayaklar altına alışına sahne olmaktadır.

Haklarında özel soruşturma usulleri bulunmasına rağmen; özel yetkili mahkemeler eliyle geçmişte MİT görevlileri, Cumhuriyet başsavcıları ve Genelkurmay başkanları CMK 250. maddenin kendilerine göre derin ve sınırsız yetkisi dahilinde gözaltına alınıp tutuklanmasına rağmen hukukun özgür ve bağımsız sesine kulağını kapatan siyasi iktidar, özel yetkili savcılıkların ve mahkemelerin eli bu sefer Başbakanlığa bağlı Mit Müsteşarı´na uzandığında kendi iyi çocuklarını koruma noktasında adeta etten bir duvar örmüş; derhal bir AKP milletvekilince 2937 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin, Başbakanın özel bir görevin ifası için görevlendirdiği kişiler veya MİT mensupları hakkında CMK 250. madde kapsamında kalsın ya da kalmasın üzerlerine atılı suçlarda soruşturma izni açılabilmesi için Başbakandan izin alınmasını öngören bir yasa teklifi jet hızıyla TBMM´ne sunulmuştur. Her ihtimale karşı da yargısal süreci devre dışı bırakma amacı taşıdığı konusunda kamuoyunda derin bir inanç oluşturacak bir biçimde sadece acil işlerin yapılabileceği hafta sonunda, İstanbul Özel yetkili Cumhuriyet Başsavcı vekili Fikret Seçen, Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya´nın KCK soruşturmasına yönelik yetkisini kaldırmıştır.

Öncelikle daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi şunu söylemeliyiz ki; özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, yargılama yöntemleri tartışma konusu olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kanun önünde eşitlik ilkesine, yargılama birliği ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil ettiği gibi temel hak ve özgürlükler yönünden de ciddi bir tehdit kaynağına ve iktidar savaşının bir aracına dönüştüğünden, demokratik hukuk devletinin kanserli yapısı olan bu mahkemelerin acilen kaldırılması bir zorunluluktur.

Ancak somut olayda; siyasi irade tarafından soruna köklü bir çözüm getirmek yerine, kendi elleriyle yarattıkları Frankeştayn’ın bu kez kendilerini tehdit etmesiyle, kişiye özel yasa ile yargısal imtiyaz-bağışıklık alanı oluşturarak, siyasal iktidarın koruyucu ve kollayıcısı olduğu şüpheli-suçlu sığınağı sağlamaya, bir tür Susurluk iklimi yaratmaya yönelik bir teşebbüs yer almaktadır. Yasa değişikliği ile yapılmaya çalışılan, yanlış işleyen mekanizmanın etki alanını sadece muhaliflerle sınırlandırmaktır.

Tüm bunlarla birlikte hukukun nefes almakta zorlandığı bu atmosferde, Cumhuriyet Savcısının dosyadan el çektirilmesi, yargının siyasi iktidarın istemediği bir alanda soruşturma yapabilme imkanının kalmadığının, yargının bağımsız bir erk olmaktan öte, siyasi iktidarın yargıyı ancak muhaliflere yönelik bir silah olarak kullanılmak üzere tasavvur ettiğinin en açık ve somut göstergesidir. Yargının etkin bir biçimde soruşturma yapma imkanının dahi olmadığı bir ortamda hukuk devletinden, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ve insan haklarından söz etmenin olanağı yoktur.

Hazırlanan yasa tasarısı, yalnızca MİT mensuplarını değil ne demekse anlamak dahi istemediğimiz “Başbakan tarafından özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilenleri” de yargıdan ve dolayısıyla hesap vermekten azade kılmaya çalışan, toplumun adalet ve hakkaniyet inancına meydan okuma, yasa önünde eşitlik anlayışına ölümcül bir darbe vurma, yargısal imtiyaz-bağışıklık alanı oluşturarak siyasal iktidarın koruyucu ve kollayıcısı olduğu şüpheli-suçlu sığınağı sağlamaya, bir tür Susurluk iklimi yaratmaya teşebbüstür.

Araçsal kılınmış bir hukukla, birileri tutuklanıp yıllarca hapsedilmekte; birileri de gerekirse adlarına yasa çıkarılarak korunmakta ve böylelikle aslında topluma “bizden değilsen güvende değilsin” mesajı verilmektedir.

Bu uğraşta HSYK’nın durduğu yeri dikkatli nazarlara arz ediyoruz. HSYK açısından sözün bittiği ve çoklukla vurguladıkları Anayasal bir kuruma yakışan dik duruşun ortaya konulup konulmayacağının sınanacağı bir kavşaktayız. Yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini korumak için var olan HSYK, varlık nedenini unutmuş ve hakim ve savcıların özsaygılarının ve özgüvenlerinin tarumar edilmesi için kraldan çok kralcı bir yaklaşımla; yasal olmayan gerekçelerle Cumhuriyet savcısına soruşturmadan el çektiren Başsavcı yerine, soruşturmayı yürüten savcı hakkında inceleme başlatmıştır. Önce, “Başsavcılığın tasarrufu” gibi ancak kötü bir espri olarak hatırlarda kalacak olan bir söylemle sahaya çıkan HSYK bunun yetmemiş olacağını düşünmüş olmalı ki, savcı hakkında inceleme başlatarak, hakim-savcı güvencesinin tabutuna son çiviyi çakmaya hazırlanmaktadır. Bırakın siyasi vesayet altında olmayı, Adalet Bakanlığının hiyerarşi zincirindeki sıradan bir hakim-savcı bürosuna dönüşen HSYK, bunun aksini kanıtlayamazsa tarih huzurunda yargılanacak ve bu utançla anılmaya mahkum olacaktır.

Hukukun egemen olmadığı bu düzlemde, yargıyı derin siyasi amaçlara yönelik araç kılmaktan ve yasa parmağıyla adaletin terazisi ile oynamaktan vazgeçmeleri için siyasi iktidara açık çağrı yapıyor, HSYK´ yı da görevini yapan Cumhuriyet savcısı hakkında inceleme başlatmak yerine, etkin bir soruşturmanın önüne yasal olmayan gerekçelerle geçenler hakkında gerekli yasal işlemleri yapmaları için göreve davet ediyoruz.   14.02.2012

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

YARSAV YÖNETİM KURULU