Yargının Kamuoyuna Seslenişi, 01.02.2010

Yargıç ve cumhuriyet savcılarının yaptıkları ve yargısal denetim yolu açık işlemlerin bile, olağandışı ve yasallığı tartışılır şekilde müfettiş denetimine tabi kılınarak, adliye baskınları ve hedefteki yargıç ve cumhuriyet savcılarına yönelik soruşturmalarla yargıçlar üzerinden yargıya yapılan baskıların artarak devam ettiği bu günlerde;

Yargının devletin diğer erkleri ile eşit olduğunu, idarenin her türlü eylem ve işlemlerini denetlemekle görevli ve yetkili bulunduğunu yadsıyan malum çevrelerin, yargı erkini bir anayasal organ değil, yasama ve yürütmenin düşmanı, engelleyicisi ve “prangası” gibi göstermeye çalışarak zayıf düşürmek için yargıya ve onun kurumlarına adeta savaş açtığı bu günlerde;

Siyasal iktidarın temsilcilerinin “beş hakim bir araya geldiğinde ne hükümet dinliyorlar, ne bakanlık” söylemleri ile bağımsız, örgütlü ve güçlü yargı istenmediğine ilişkin bilinçaltını dışa vuran ve yargının yürütmenin yedeğine alınmasının sinyallerini veren söylemlerin arttığı bugünlerde;

Haklarında müfettişlerce yasadışı dinleme kararları talep edilen yargıç ve cumhuriyet savcılarına reva görülen bu hukuksuzluğun yargı kararı ile önlenmesini içine sindiremeyen Adalet Bakanı’nın, her nedense ve ısrarla, yargıç ve cumhuriyet savcılarının dinlenmesi için yeni formüller üreteceğini belirterek, “dinleme konusunda müfettişler savcılar üzerinden bu yolu kullanabilirler” biçimindeki açıklamasıyla müfettişlerin cumhuriyet savcılarına emir ve talimat vermesini meşru ve olağan gören bir zihniyet ile ve gerekirse “hukuku dolanarak” dinleme konusundaki kararlılığını açıkça kamuoyu ile paylaştığı bu günlerde;

Anayasa’da yargıya ilişkin olarak parçalı, asıl sorunların çözümünden uzak ve tek bir kurumu hedef alan, bütünlüğe aykırı bir değişikliğe gidilmesinin ikliminin ve dolayısıyla gerekçesinin yaratılmaya çalışıldığı bu günlerde aşağıdaki açıklamayı yapma zorunluluğu doğmuştur.

Bu ülkenin doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyinde hiç yakınmadan, yıllarca en ağır koşullarda ve hükümet konakları içine sıkıştırılmış adliyelerde “kuşaklar boyu” bağımsız, tarafsız ve onurlu biçimde adalet dağıtmaktan asla ödün vermeyen,

Çoğu zaman yıkık, dökük olmakla birlikte kapısından hiç içeri girmemiş kimilerinin bir ayrıcalık gibi göstermekten çekinmediği, üstelik birçok yerde mevcut dahi olmayan, olduğunda da –çoklukla- 75 metrekareden ibaret tip lojmanlarına ancak uyumak için gidebilen, buna karşın bazı çevrelerce asosyal ve bir yanları eksik varlıklar olarak küçümsenen,

Avrupalı yargıç ve savcıların onlarca katı iş yükü altında ezilen, ancak yakınmadan ve adalet arayanlara “başkaca adresler” de göstermeden “adalet” dağıtmayı ilke edinen,

İki yılda bir temyiz mahkemesinin not kaygısı ve müfettiş hal kağıdı arasında sıkışıp, terfi kabusu ile uyanan,

Atama kararnameleri yürütme organı temsilcilerinin kaprisleriyle kilitlenen, bu nedenle kimileri eşinden, çocuğundan ayrı düşen,
Yüksek mahkemelerin tozlu, arşiv görünümündeki, en basit konfordan uzak, havasız, karanlık, cezaevi koşullarına yakın odalarında, UYAP eliyle memurlaştırılarak çalışmak zorunda bırakılan,

Askerlik sorunlarının çözümü için hiçbir girişimde bulunulmayan, alın terlerinin ve emeklerinin karşılığı olan keşif yolluklarının yarısına Adalet Bakanlığınca el konulup, ödenmeleri Maliye’nin insafına bırakılan,

Bütün bunlara karşı hep susmaya, çözümsüzlüğe tahammüle ve sadece kararları ile konuşmaya zorlanan, Türk yargıç ve savcılarına karşı,

Tüm bunlarla da yetinmeyip, sahadan ve seçilerek gelen yargıçlara güvenmediğini, “yargının yargıya bırakılmayacak kadar önemli olduğunu”, “Türkiye’nin yargı vesayetinden kurtarılması gerektiğini, yargı devleti kurulmayacağını” dillendirerek hukukun üstünlüğüne alternatif bir yaklaşım sergileyen yürütmenin baskısı yetmiyormuş gibi, öncelikle yargıç ve cumhuriyet savcılarının mesleğe kabul, atama, disiplin işleri ile görevli olan Yüksek Kurul’a, Türk Yargısının en temel geleneklerinden birini yerle bir etmek pahasına, yargıç olmayan kişilerin, üstelik siyasilerce seçilmesinin uygun görülmesine karşı, Türk yargısına olan hıncını sanki düşman bir devlet organıymış gibi her platformda sergileyenlere karşı toplumu yargıya sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Türk yargıç ve savcılarının ilk meslek örgütü YARSAV, henüz kendi sorunlarını çözememiş siyaset kurumunun yasama üzerinden yürütme eliyle Yüksek Kurul’a üye seçmesinin, TC Anayasası’nın 2. maddesinde yer alan ve erkler ayrılığına dayalı olan hukuk devleti ilkesine, başka bir deyişle demokrasiye aykırı olduğu ve darbe ürünü 1982 anayasası ile yarı bağımlı hale getirilen yargıyı, dillerine doladıkları demokratik meşruiyet aldatmacasıyla yasamaya ve yürütmeye tam bağımlı hale getirme ve denetimsiz bir yürütme gücü yaratma çabasından ibaret olduğu görüşündedir.

Halkın iradesine bağlılığını her fırsatta dile getirenler, Anadolu’da duyulan derin saygının bir ifadesi olarak “peygamber postunda oturdukları” söylenen yargıç, savcılara ve onların birikimlerine, deneyimlerine, sorunların çözümüne yönelik önerilerine de duyarlı olmalı ve saygı göstermelidirler.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur. 1.2.2010

YÖNETİM KURULU