12 Eylül darbesinin ürünü 1982 Anayasası, biri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen onaltı değişiklik geçirmesine karşın, toplumun geniş kesiminde “otoriter ve baskıcı” kimliğini koruyor. Bu nedenle de “değişiklik”önerileri, neyin nasıl değişeceğine bakılmaksızın, sanki “masum” örtüye bürünüyor. Hak ve özgürlükleri,“kendine hak ve özgürlük”çizgisinde tutan bir siyasal yönetimin, toplumu -yandaşlar dışında- yok sayarak, yeni bir anayasa değişikliğinde direnmesi yine gündeme yerleşti. Ancak, görünürde,“reform ve demokrasi”söyleminin arkasına sığınılarak gerçekte, güdümlü yargı yaratıp yargı denetiminden kurtulmak istendiği apaçık ortada…
Toplumsal direnç karşısında, kendi ısmarlama anayasa taslağına sahip çıkamayan, toplumun değişik kesimlerince hazırlanan taslakları ise tamamen görmezlikten gelen siyasal yönetim, amacına parçacı yöntemlerle ulaşma alışkanlığını sürdürmektedir.
ASIL AMAŞ FARKLI
Anayasa’nın yargı bölümü üzerindeki tartışmalar, genellikle, yargı kararlarından (özellikle Anayasa Mahkemesi ve Danıştay) hoşnut kalınmadığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun atama kararnamelerinin krize dönüştürüldüğü ya da son örnekte olduğu gibi anayasal görevini yaparak, hukuka uygunluğu koruduğu dönemlerde gündeme gelmekte; böylece, yargı organlarının oluşumuyla, görev ve yetkileriyle oynamanın yolu açılmak istenmektedir.
“Yargıda reform şart”, “demokratik oluşum gerekli” söylemlerinin arkasındaki asıl sorun, yargı bağımsızlığının daha da zedelenmesinde, yargının baskı altında tutularak güdümlü hale getirilmesinde aranmalıdır. Bu zaten, “yargı yürütmeye müdahale ediyor” söylemiyle itiraf edilmiştir. “Tepki” güdüsüyle yargının kurumları ve kurallarıyla oynamak, tepkinin doğal sonucu olarak yargıyı yanlı hale getirmek amacını taşır.
GÜVENCE SAĞLANMALI
1982 Anayasası’nda yargı bağımsızlığını olumsuz etkileyen kuralların varlığı açıktır. Yalnızca HSYK’nin içinde Adalet Bakanı ve müsteşarın bulunması değil, yargıçların idari yönden Adalet Bakanlığı’na bağlı olması, denetimin bu Bakanlık tarafından yapılması yargı bağımsızlığını zedeleyen önemli kurallardır. Anayasa’nın, yargı bağımsızlığını etkileyen tüm kuralları değiştirilmeden, yargı ve yürütme organları arasındaki, yargı bağımsızlığını olumsuz olarak etkileyen bağlantı kaldırılarak bağımsız yargı anayasal güvence altına alınmadan, Kurul’un ve yüksek yargı organlarının yapısını değiştirmek gerçekçi ve samimi olmaz. Bu güvence sağlanmadan Kurul yapısı üzerine yapılan tüm öneriler yargıyı ve hukuk devletini yıpratmaktan öteye geçmeyecektir.
Yargı bağımsızlığını engelleyen kurallardan arındırılmamış daha da önemlisi demokratik toplum düzenini eksiksiz sağlayamamış bir Anayasa’da, HSYK’nin demokratik yollarla oluşturulması ve buna parlamentodan seçimle katkı sağlanması, sorunları çözmek yerine artırır. Diğer ülke örnekleri de bu yaklaşımla incelenip değerlenmelidir. Parlamento tarafından yapılan Sayıştay ve RTÜK üye seçimleri olumsuz örnek olarak ortadadır.
ANAYASA İHLALİ
Öte yandan, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, “yargılama görevinin her türlü baskıdan uzak olarak yerine getirilmesi” amacını güttüğüne göre, yargı alanında yapılacak anayasal düzenlemelerin, hazırlık ve tasarı süreçlerinin de yargıç üzerinde baskı oluşturmaması, kuşku yaratmaması gerekir. Anayasa’nın yargı bölümünün, yürütme organı tarafından şekillendirilmesi, yürütmenin yargı üzerindeki baskısıdır ve bu girişiminin yürütme organı yönünden anayasal dayanağı da yoktur. Başbakan ya da Adalet Bakanı tarafından, “biz yargı reformu yapacağız; HSYK’nin, Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştireceğiz, bunu Meclis’e taşıyacağız, halka götüreceğiz” gibi söylemlerle yargıya el atıldığı zaman Yasama Organının yetki alanına girerek Anayasa ihlaline de başlanmış olunur. Bu aynı zamanda “parlamento iradesine” de en hafifinden saygısızlıktır. Anayasa, yürütme organını, “Türk Ulusu adına yetkili organ” olarak tanımlamamıştır. Anayasa’nın 8. maddesine göre yürütme organı, görev ve yetkilerini, “Anayasa’ya uygun olarak kullanmak ve yerine getirmek” zorunda olduğuna göre, yargıyla ilgili anayasal ve hatta yasal düzenlemeler yapması ve tasarı taslakları hazırlayıp TBMM’ye göndermesi, Anayasa’ya ve kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun düşmez.
Yargı, tıpkı yasama gibi, “Türk Ulusu adına” egemenliği kullanan organ olarak, Anayasa’nın 9. maddesindeki “bağımsızlık” ilkesine uygun şekilde yapılanmalı ve yetkilendirilmelidir. Anayasa’nın genel esasları, Anayasa’nın“yasama” bölümünde nasıl biçimlenmişse “yargı” bölümünde de aynı şekilde ve doğal olarak “bağımsız”lık ilkesine uygun biçimlenmelidir. Bağımsızlık ilkesi, egemenliği kullanan yetkili üç organdan yalnızca “yargı”için kullanılmıştır; bu ilke ihmal edilemez, yok sayılamaz.
MAHKEMELERİN BAĞIMSIZLIĞI VE YARGIÇLIK TEMİNATI
Türk Ulusu adına yetki kullanan yasama organı nasıl yürütme organı tarafından denetlenmiyorsa, yine Türk Ulusu adına yargı yetkisi kullanan mahkemeler ve görevlerinde bağımsız olan yargıçlar da yürütme organı tarafından biçimlendirilip denetlenmemelidir. Yargı da, yasama ve hukukun üstünlüğü gibi “demokrasinin olmazsa olmaz koşulu”dur. Yürütme organı, hem yasamanın hem de yargının denetimine tabi iken,“mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık teminatı” esaslarına göre görev yapan yargıçların anayasal çerçevesinin Adalet Bakanlığı tarafından şekillendirilmesi kabul edilemez. “Mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık teminatı” esaslarına göre görev yapan HSYK’nin de aynı esaslara göre kurulması gerekir.
Ayrıca, Anayasa’nın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının doğal sonucu olarak, sav-savunma-karar üçgeni, bağımsız yargı bütünlüğü gözetilerek gerçekleştirilmeli, savunma ayağı bağımsızlığın temeli olarak yerini almalıdır. Avukatların anayasal örgütlerinin içinde olmadığı ve bağımsızlık ilkesine uygun konumlandırılmadığı her öneri eksik olur.
MUTABAKAT SAĞLANMALI
Temel sorunlardan biri de, mevcut Anayasa içinde yapılacak değişikliklerin yalnızca yargı alanındaki düzenlenmelerle sınırlı tutularak yapılmasının demokratikliği sağlamayacağı, “anayasal bütünlük” ilkesine bağlı olarak demokrasinin eksiksiz sağlanması gerektiğidir. Demokrasi ise sadece seçim ve seçim çoğunluğu ile değil tüm kurum ve kurallarıyla yaşama geçirilmelidir. Anayasa’nın, bütünündeki otoriter yapı değiştirilerek, eksik ve/veya aksak demokratik yapısı ve özellikle temel hak ve özgürlükler, siyasi partiler, katılım, temsil, seçim, muhalefet ve denetim gibi müesseseleri “demokratik toplum düzeni”ne uygun hale getirilmeden,“evrensel demokratik ilkeler” yaşama geçirilmeden, “diğer ülkelerde de olduğu gibi” yaklaşımlarıyla yargı ile oynamak, yargının yönetim ve denetiminde parlamentonun katılımını ya da seçimini benimsemek demokrasiyle de oynamak anlamına gelir.
Anayasa’da, yargı alanında yapılacak değişikliklerin, “yargı”yı oluşturan tüm kesimlerin, muhalefetin, üniversitelerin, demokratik kitle örgütlerinin, bu katılımlarla birlikte toplumun mutabakatı olmadan, dayatmayla yapılması kabul edilemez. Tıpkı, temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi bağımsız yargı da referandum konusu yapılamaz.
“Sayısal ve biçimsel” bir katılım, “maddi ve içeriksel” bir katılıma dönüşmedikçe, yapılan her anayasa değişikliği, sorunlarıyla başlamış ve ömrünü bir şekilde başka anayasal süreçlerin dayatmasına bağlamış olur. Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği gibi, “hukukun ana prensiplerine dayanmayan ve sadece belli bir anda hasıl olan geçici bir çoğunluğun sağladığı kuvvete dayanarak çıkarılan yasalar toplum vicdanında olumsuz tepkiler yaratır. Böyle bir yasanın kabulünü ve uygulanmasını hukuk devleti niteliğinde saymak da mümkün değildir” (E.1963/124).
Anayasa, bireylerin ve doğal olarak toplumun temel hak ve özgürlüğünü güvence altına alıp devletin ve siyasal yapının temel yapısı ile yetki, görev, yasak ve sınırlamaları belirlerken, dayanağını oluşturan toplumu daha hazırlık aşamasında dışlarsa, o anayasanın uygulanmasından demokrasi adına olumlu adımlar beklemek hayal olur. Benzer şekilde, yargıyı dışlayan ve yürütmenin dayatmasıyla gerçekleştirilmeye çalışılan anayasal yargı kuralları da aynı olumsuzluğu yaratmaya adaydır.
Darbe anayasaları ya da muhtıra sonrası anayasa değişiklikleri benimsenmiyorsa, demokratik olmadığı söyleniyorsa, bunun üzerine yapılacak anayasa değişikliklerinin, aynı yanlışı taşımaması, evrensel demokratik ilkelere ve demokratik toplum düzenine uygun olması; toplumun tüm kesimlerinin, yapılacak değişiklikten en ufak bir kuşku duymaması gerekir. Hak ve özgürlüklere saygısızlık, çifte standart, geniş kapsamlı dinleme ve izleme, maddi ve manevi yaşama baskı, muhalefeti ve toplumun bir bölümünü yok sayma, meclisteki sandalye çoğunluğunu demokrasi için yeterli görme, daha önce benzer yöntemle denenen Anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemin odağı haline gelme, işsizliği ve ekonomik krizi hafife alma, işçi eylemlerine ve basına ölçüsüz tepki gösterme, beğenilen soruşturma-kovuşturma ya da mahkeme kararlarında yargıyı benimseyip, beğenilmeyenlerde dışlama, karalama ve bunlar gibi birçok neden toplumu gergin bir ortamın içine itmiş, huzur ve güvenini sarsmış, kuşkusunu artırmıştır.
Bireyler ve toplum, Anayasa’nın öngördüğü “kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler”, “yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı” ve “demokratik toplum düzeni” alanlarında sorunlarla boğuşurken, geniş kesimi dışlayarak anayasa değişiklikleri yapmak, “sözde demokrasi”den öteye geçmez. Ekonomik istikrar, istihdam, adaletli gelir dağılımı, sosyal yaşam gibi unsurlar yanında toplumsal huzur ve güvende sorun varsa, daha hazırlık aşamasında demokratik katılım sağlanamıyorsa, sayısal çoğunluk gerekçesine sığınılarak yapılacak anayasa değişiklikleri yine “otoriter ve sınırlı” demokrasi isteyenlere hizmet edecektir.
Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü