MAKALE:Anayasa’nın 69.maddesinin Değişikliğine İlişkin 8.maddenin Reddine İlişkin Değerlendirme, Ali Rıza Aydın, 04.05.2010

Her yönüyle tartışmalarla başlayan ve TBMM’de ikinci görüşmeleri yapılan Anayasa değişikliklerinin en önemli maddelerinden biri 3 Mayıs 2010 günü yapılan oylamada, gerekli olan 330 oyu alamadı, 327’de kaldı. Böylece, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırdığı ve bu nedenle demokratik oluğu ileri sürülen, ancak partiler arası hiyerarşi yaratarak bir çeşit “parti diktatörlüğü” yaratmayı ve yargıyı devre dışı bırakmayı amaçlayan 69. madde değişikliği reddedilmiş oldu. Bu reddin, sürpriz olup olmadığı, sonuçları genişçe irdelenmeye değer olmakla birlikte, 3 Mayıs 2010 gününün, tıpkı “Irak’a asker gönderilmesi ve yabancı askerlerin Türkiye’de bulunmasına ilişkin Hükümete yetki verilmesini öngören” Başbakanlık Tezkeresinin reddedildiği 1 Mart 2003 günü gibi, Türkiye siyaset ve demokrasi tarihine not düştüğü kesin. Bu yazıda, Anayasa’nın 69. maddesinin değişikliğine ilişkin 8. maddenin reddiyle ilgili değerlendirmeleri yapmadan, siyasi parti kapatma davalarının ve bu davaları düzenleyen kurallarla oynamanın kimlerin yararına olduğunu gösterecek bir tabloyu paylaşmaya çalışacağız.

RP-FP-AKP SÜRECİ

Anayasa’nın 69. maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklikten sonra, Türkiye’de ilk kez bir parti, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), “demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı” haline geldiği Anayasa Mahkemesi tarafından saptandığı halde, “kapatma” ile değil, “devlet yardımından kısmen yoksun bırakma” yaptırımıyla cezalandırıldı. Ancak, AKP’yle ilgili bu kararın, aynı eylemle kapatılan Refah ve Fazilet Partilerinin kararlarından ayrımı yalnızca bu yaptırım farkıyla açıklanamaz. Başka bir anlatımla, kararların sonuçlarını yalnızca yaptırım farkıyla açıklamak yüzeysel bir yaklaşım olur. Kararlar ve sonuçları, siyasal ve ekonomik oluşum ve koşullarla birlikte okunmalıdır.

Fazilet Partisi’nin (FP) Refah Partisi’nin (RP) devamı olduğu savı her ne kadar FP kapatma davasında Anayasa Mahkemesi tarafından gerekçe olarak kabul edilmese de, kadrolar ve politikalar yönünden yapılan karşılaştırmada iki parti arasında belirgin fark olmadığı açıktır. Bunun en önemli kanıtı, RP – FP sürecinde, siyasi yasaklılar dışında kadroların çoğunlukla devamı ve üçüncü bir partinin ortaya çıkmamasıdır. Bir başka gösterge ise her iki partinin politika ve programlarındaki paralelliktir.

FP – AKP sürecinde ise kadroların bölündüğü ve önce üçüncü bir partinin, Saadet Partisi’nin (SP) kurulduğu görülmektedir. FP’nin Anayasa Mahkemesi’nin 22.6.2001 günlü kararıyla kapatılmasının hemen ardından “milli görüş” hareketinin devamı olarak 20.7.2001 günü SP kurulmuş, AKP kurucuları bu Parti’ye katılmamışlar ve 14.8.2001 günü “muhafazakar demokrat” olarak tanımladıkları yeni partiyi kurmuşlardır.

ILIMLI İSLAM’A VİZE

Burada dikkati çeken ilk konu, FP’nin kapatılmasından sonra her iki partinin kuruluşunun kısa sürede (SP 28 gün, AKP 53 gün sonra) ve peş peşe kurulmasıdır. Bu süreçle birlikte birçok emare, bölünmenin FP kapatma davasının sonuçlanmasından önce başladığını, kapatmaya neredeyse kesin gözüyle bakıldığını göstermektedir. SP’nin, “devam partisi” olması nedeniyle kısa sürede kurulması yadırgatıcı değildir. Ancak, özellikle “muhafazakar demokrat” ayrışmanın, hazırlığını daha kapatma davası sürerken başlattığı, kapatma yönündeki kararı beklediği anlaşılmaktadır. Bugünün kimi kurmayları aracılığıyla kapatılmayı destekleyici kanıtların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına aktarılması, kapatmayı destekleyici kulisler yapması duyumu belleklerde, ek iddianame dosyalar arasında durmaktadır. Türkiye’ye “ılımlı İslam” yapılanmasını öneren dış güçlerin bu tarihsel süreçteki yeri de unutulmamalıdır.

Bir başka konu ise RP ve FP ile AKP’nin programları ve uygulamaları arasındaki farklılıktır. İlk iki Parti, ulusal değerlere ağırlık veren ve özellikle de Amerikan emperyalizmine karşı partiler olarak tanındılar. AKP ise emperyalizm ve ABD politikalarıyla hiçbir sorunu olmayan, hatta bu yönde destekleyici politikaları ısrarlı olarak uygulayan bir parti. Üç partinin de “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline” geldiği Mahkeme kararıyla sabit görüldüğü halde, ilk iki parti kapatılmış; ABD yanlısı parti kapatılmayarak, söz konusu partinin bu politikalarını sürdürmesinin yolu temizlenmiş, uluslararası politikalara ve dış odaklarca planlanan “ılımlı İslam”a vize verilmiştir.

ÇEKİRGE BİR SIÇRAR, İKİ SIÇRAR…

AKP kapatma davasında, kapatma yönünde kullanılan oyların 6’da kalması, 4 oyun devlet yardımından yoksunluk yönünde kullanılması bu vize için önemli bir sonuçtur. En azından bir oy, karar sonucunun “kapatma”dan “Devlet yardımından yoksunluğa” dönmesine aracı olmuştur. Bu yönde kullanan oylar (bir taş iki kuş yaklaşımıyla) lâiklik karşıtlığının odak halini onaylarken kapatılmayı da önlemiştir.

Türkiye’nin ve AKP’nin bugüne gelişinde/getirilişinde kapatma davaları kilometre taşları olmuştur. Aynı eylemin bir davada “kapatma”, diğer davada “kapatmama” ile sonuçlanmasının, AKP’nin kurulmasına ve uluslararası uyumuna etkisi vurgulanmalıdır.

Bu yaklaşım, 24 Ocak ve 12 Eylül 1980’le bağlantı kurulduğunda daha da önem kazanmaktadır. 12 Eylül’de tüm partiler “askeri darbe” sonunda kapatılarak yeni bir siyasal ve ekonomik yapılanmanın kapıları açılırken; 2001’den sonra, kapatma davaları yoluyla yeni liberal politikaların AKP yoluyla sürdürülmesinin yapı taşları oluşturulmuştur.

2010 Anayasa değişikliği önerileri bu bağlamda değerlendirildiğinde, hem yargıya müdahale hem de siyasi parti kapatma davalarını yeni bir sisteme bağlama girişimlerinin anlamı daha net anlaşılacaktır.

Hedef, mevcut iktidarın ve dış destekli siyasal ve ekonomik politikaların “sorunsuz ve koşulsuz” sürdürülmesi için yol açılması, otoriter demokrasinin yerleşik hale getirilmesidir. Sözde demokrasi adına yapılan bu girişimlerden biri, toplumsal duyarlılığın da etkisiyle parlamentoda demokratik yollarla reddedilmiş, oyun bir yönüyle de olsa, bozulmuştur. Bir siyasi parti kapatma davasından sonra doğan, bir başka davada eylemi sabit görüldüğü halde kapatılmayarak yaşamaya devam eden AKP dahil herkesin, “çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…” deyişini de anımsayarak alması gereken dersler olmalıdır.

Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü