Ülkemizde Tutukluluk Süreleri, 08.01.2011

ARSAV tarafından, ülkemizde tutukluluk sürelerinin birer infaz niteliğine büründüğü, bu sürelerin sınırlandırılmasına ilişkin yasal düzenlemenin yetersiz ve yoruma açık olduğu, üstelik bu sürelerin sınırlandırılması amaçlanırken eşzamanlı olarak yargısal süreçlerin kısaltılması, yargıdaki iş yüküne ilişkin de acil önlemler alınması gerektiği, bu iki sorunun birlikte ele alınarak çözüme kavuşturulmaması halinde, tıpkı bugün olduğu gibi, toplum vicdanını incitecek ölçüde büyük bir kaosla karşılaşılacağı ortaya konulmuş, uzun soluklu çalışmanın ürünü olarak Ekim-2010’da hazırladığımız Çalışma Koşulları Anket Raporu başta Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, HSYK, Yargı Kurumları, TBMM olmak üzere ilgili kurumlara gönderilerek sorunlara çözüm önerileri de getirilmiştir.

Özellikle soruşturma ve kovuşturmada kanıt toplama ve değerlendirme süreçlerinin kısaltılmasına yönelik somut ve derhal uygulanabilir önlemler alınması, Adli Kolluğun gecikmeksizin devreye sokulması, ceza yargılamasında gecikmelerin temel nedenlerinden biri olan Adli Tıp Kurumu konusunun köklü çözüme kavuşturulması, fiziksel altyapının geliştirilmesi, yargı kararlarının gereklerine uygun olarak yargıç ve Cumhuriyet savcısı açığının kapatılması, uzmanlaşmanın sağlanması, sorunun bir ayağı olan ve önümüzdeki yıl sayısı 2000’e ulaşacak meslektaşlarımızın askerlik hizmetini görev yerinde yapmaları  konusunda düzenlemeler yapılması, moral açıdan son derece önemli olan yıpranma konusunun tartışmaya açılması, mesleğin genç ve nitelikli hukukçuların tercih edeceği standarda taşınması, meslek mensuplarının ve yetiştirildikleri hukuk fakültelerinde niteliğin arttırılması konularında ortaya koyduğumuz çözüm önerileri sorumlu mevkidekiler tarafından dikkate alınmamıştır. Son olarak da, tutukluluk süresinin sınırlandırılmasını öngören Ceza Yöntem Yasasının 102.maddesine ilişkin uygulamayı daha önce öteleyen siyasi iradenin, özellikle Ceza Yasasının 250. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar bakımından azami tutukluluk süresini 10 yıl olarak yorumlanabilir hale getirmek ve 9. yılına giren iktidarında yargısal süreçleri kısaltmak için hiçbir şey yapmamak suretiyle bugün ülkemizde yaşanan ve kamuoyu vicdanını kanatan kaotik sonuca zemin hazırladığı ortadadır.

Tutukluluk süreleri bakımından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi standartlarının halkımız için de uygulanmasını samimiyetle değerlendiren ve kamuoyu vicdanını sarsan son gelişmeleri de öngören bir siyasi iradenin böyle bir yasa metni ortaya koyması mümkün değildir. Bugün yaşananlar ve aylarca önce yapılan Yargıtay yasası değişikliklerine ilişkin çalışmalar, “ Derdin üzüm yemek değil bağcıyı/yargıyı dövdürmek” olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.  Nitekim, iktidar odakları ve koşulsuz yandaşlarının yaşanan kaosu “Bu bir yargısal tasarruftur!..” diye nitelendirdiği görülmekte ve ibretle izlenmektedir.

Bu konuda çözüme yönelik gerçek bir irade sergilenmek istenseydi, hukukçuların bu yasanın yorumlanması sonucunda, 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl, 6 yıl, 7 yıl ve 10 yıl gibi birbiri ile alakasız sürelere ulaşması sözkonusu dahi olmazdı. Akıldışı bu tutuklama süresine ilişkin bir metin oluşturularak ve bu kaotik sonucun öngörülmesine, ölçü, tutuklama ve yargılama süreleri yani  her iki olgu bakımından da “makul süre” olmasına karşın, yargılama sürelerini kısaltacak hiçbir önlem de alınmayarak,  Yargıtay üyelerini seçecek  HSYK’yı kendileştirmeden ve Yargıtay’ın daire sayısının arttırılması her nedense hiç akla getirilmeyerek,  yargının bir kez daha günah keçisi ilan edilmesini kabul edilemez buluyoruz. Yakın bir geçmişte, Yargıtay´a üye seçim süreçlerinin kilitlenerek 34 üye eksiği ile çalışmak zorunda bırakıldığı, atama ve yetki kararnamelerinin çıkarılmasının engellenmesi  suretiyle yargılama sürelerinin uzamasına neden olunduğu hafızalardadır.

Yargı günah keçisi ilan edilirken, temel sorunların başında gelen yargıç ve savcı açığının kapatılmamasının sorumluluğu da bizzat Adalet Bakanı tarafından, adli ve idari yargıda hakim ve savcı adaylığına kabul koşullarını düzenleyen yönetmeliklerdeki hukuka aykırı düzenlemelerin ve bu yönetmeliklere göre yapılan sınavların iptali için YARSAV tarafından açılan davalarda, açık hukuk ihlalleri nedeniyle verilen yürütmenin durdurulması ve sonrasında da iptali yolundaki yargı kararlarına yüklenilerek yargı kurumları ve   YARSAV´ı hedef gösterme konusunda yeniden düğmeye basıldığı anlaşılmaktadır. Adalet Bakanının hukuka uygun davranma ve yargı kararlarına uyma konusundaki sonsuz direnci ise anlaşılamamaktadır!..

Yaşadığımız bu kaos nedeniyle siyasal irade topluma hesap vermelidir. Çünkü, yargıdaki hiçbir gerçek sorunu çözmeye yanaşmamış, sadece operasyonel bir anlayışla bağımlı yargı yaratmayı amaçlamış, yıllardır, ön çalışmasız, abartılı ve aşırı yasama faaliyeti sergilemek suretiyle yargıyı özellikle ceza ve ceza yöntem, yürürlük ve uygulama yasaları ile baş döndürücü bir tempoya sokmuş, bu yöntemle yargıdaki mevcut iş yükü ve çalışma koşullarını daha ağır ve içinden çıkılamaz hale getirmiş, defalarca yapılan “bu uymadı yeniden yap-boz” değişikliklerle sürekli patinaja ve yerinde saymaya zorlanmış bundan en büyük zararı da adalet yerine zamanaşımları ve örtülü aflarla karşılaşan toplum görmüştür.

Bugün yaşanan sorunların nedeni siyasal iradenin yargının sadece insan profilini tanzim yönüyle ilgilenmesidir. Yasal ve pratik önlemler almak yerine nokta hedefler belirleyip,  ortaya çıkan her türlü olumsuz durumdan  yararlanmak ve olumsuzlukların tüm vebalini en az günahı olanlara yükleyip, toplumu bu yönde manipüle etmek, yargıyı kitlelere şikayet edip, yuhalatmak ve bundan da iktidarına yarar sağlamak amacıyla hareket etmesidir.  Bugün yaptığı da yarattığı krizden rant sağlamak ve istediği dönüşüme bahane aramaktır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur 08.01.2011

YARSAV YÖNETİM KURULU