Yargıtay ve Danıştay Üyelik Seçiminde Kadın Yargıçlara Yapılan Negatif Ayrımcılık, 28.02.2011

Ülkemizde özellikle son yıllarda kadınların evlenirken en az üç çocuk sözü vermeye ve çok çocuklu evlerin rehavetine özendirildiği, yakın bir tarihte bir adli vaka olarak izlediğimiz gibi bir kız çocuğunun diri diri gömülebildiği,  suç mahallerinin değiştiği, erkeklerin artık gizli saklı değil,  kadınları rahatça, aleni ve seyre açık biçimde dövüp, öldürebildikleri yolların ve meydanların yadırganmadığı, bilgi, emek ve sadeliğin değil, şatafatın yüceltilip kadınlara model olarak dayatıldığı, kız çocukların 21. yüzyılda hala kampanyalarla okula çağrılmak zorunda bırakıldığı, tacizine adaletin suskun kaldığı, hukukun gürültülü tv. programlarının magazin malzemesine indirgenerek içeriksizleştirildiği ve her gün biraz daha gücünün köreltildiği bir ortamla karşı karşıyayız.

Kadınla erkeğin eşitliğine inanmadığını söyleyen, ülkemizin bir bölgesindeki kadınların başka bir bölgesine ikinci, üçüncü, dördüncü eş olmasını layık gören, kadının şiddete uğramasını ancak evden ve evlilikten soğutulmasına neden olduğu için esefle karşılayan yönetici kadroları ile karşı karşıyayız. Kadının ikincil bir varlık olarak görülmesinin temelinde de eşitlik fikrini içselleştirememiş bir zihniyetin olduğu da açık.

12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa’da yapılan değişiklikle özellikle yargının bağımsız ve demokratik yapıya kavuşacağı ayrıca kadına pozitif ayrımcılık sağlanacağı, kadının toplumsal konumunun güçlendirileceği vaadlerinde bulunulmuştur. Ayrıca taraf olduğumuz “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine” ilişkin uluslararası sözleşme de, ülkemizi kadına karşı pozitif ayrımcılık konusunda yükümlü kılmıştır. Ancak, yaşadığımız gelişmeler, Anayasa’da yapılan değişiklikleri tersinden okumanın daha anlamlı olduğunu göstermektedir. Aynı nasıl fişlemeye son söylemleri, “yargıç adaylarını fişliyoruz” söylemine dönüşmüşse,   anayasa değişikliklerinin de ne yargıda ne de kadın haklarında herhangi bir ilerleme sağlamadığı anlaşılmıştır. Ülkemizde son aylarda kadınların devlet korumasından yararlanmak istemiş olmalarına karşın, şiddetin her tür olumsuz örneğine maruz bırakıldıkları sayının her geçen gün arttığı dehşetle izlenmektedir. Anlaşılmaktadır ki, değişiklikle getirildiği söylenen şey ayrımcılıktır.  Ancak pozitif değil, belli ki, negatif ayrımcılıktır.   

Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin yargıdaki izdüşümü ise son yapılan yüksek yargıç seçimlerinde ortaya çıkmıştır. Seçim sonucu ülkemizdeki kadın yargıç oranıyla bağdaşmayacak ölçüde ve çok az sayıda kadın yargıç yüksek yargıya üye olarak seçilmiş, yüksek yargıda zaten yeterince düşük olan kadın temsil oranı, örneği görülmemiş ölçüde aşağıya çekilmiştir. Yargıtay’da 2007’de bu oran yüzde 34,78, 2008’de yüzde 19, 2010’da yüzde 35,29, 2011’de ise, yüzde 2.84’tür. Bunun Danıştay’daki oranı ise yüzde 2’ye kadar düşmektedir.  

HSYK’dan ise seçilenlerin sicil ve terfilerinin etken olduğu belirtilmiştir. Bu açıklamanın içinin doldurulması, kadın yargıçların hangi nedenle seçilmedikleri konusunun gizemine açıklık getirilmesi gerekmektedir.

Kadın yargıçların bir kariyer mesleği olan yargıçlıkta kariyer beklentilerinden ve dolayısıyla kürsülerden uzaklaştırılmaları anlamına gelen bu yaklaşımın kabul edilemez olduğunu belirtir, kadın yargıçları bu yolla beklentisiz ve verimsiz kılarak, cüppelerinden  uzaklaştırmaya çalışanlara karşı yargıdaki emeğimizden gelen gücümüzle karşı duracağımızı bu uygulamayı ve gelişmeleri uluslararası platformlara taşıyacağımızı kamuoyuna saygı ile duyururuz. 28.02.2011

YARSAV