Telefon Dinlemelerinin Anayasal Sınırı

Ali Rıza AYDIN     YARSAV Y. K. Üyesi

Telefon dinlemelerinde bilgi kirliliği içinde süren tartışmalara girmeden, konuya daha yukarıdan Anayasa’dan ve temel hak ve özgürlüklerden bakacağız.

Hemen anımsatmak gerekir ki, Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı  organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır ve yasalar Anayasa’ya aykırı olamaz (m.11). Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahiptir (m.12). Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz (m.14). Bu kurallara eklenecek diğer önemli ilke, temel hak ve özgürlüklerin, “özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla” sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine” aykırı olamayacağıdır (m.13).

Anayasa’nın 22. maddesinde, herkesin “haberleşme özgürlüğü”ne sahip olduğu, “haberleşmenin gizliliği”nin  esas olduğu belirtilmiştir. Haberleşmenin engellenebileceği ve gizliliğine dokunulabileceği durumlar ise aynı maddede gösterilmiştir. Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulsüne göre verilmiş yargıç kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak  gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de yasayla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça, haberleşme engellenemeyecek ve gizliliğine dokunulamayacaktır. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli yargıcın onayına sunulacak; yargıç, kararını kırksekiz saat içinde açıklayacak, aksi halde, karar kendiliğinden kalkacaktır.

Anayasa’da, haberleşme özgürlüğü ve gizliliği asıl, bunun sınırlandırılması ise istisnadır ve bu istisnanın ilkeleri sadece 22. maddeyle değil, 13. maddeyle ve “Anayasa’nın bütünlüğü” ilkesiyle birlikte okunmak zorundadır. 13. maddedeki ilkelere uyulmaz ya da bu ilkeler zedelenirse, son zamanlarda yaşanıldığı gibi, sınırlama asıl, hak ve özgürlük ise istisna olamaya başlar.

Sınırlamanın, yasaya ve yargıç kararına bağlı olması yeterli değildir; meşru bir amacın gerçekleştirilmesi için demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığı, keyfiliğe karşı yeterli düzeyde yöntem güvencesinin yasayla verilip verilmediği, sınırlamanın gerçekleştirilmek istenen amaçla orantılı olup olmadığı açıkça gösterilmelidir. Amaçla araç arasında, yapılan sınırlama ile sağladığı yarar arasında hakkaniyete uygun bir denge bulunmalıdır. Haberleşme özgürlüğü ve gizliliği, amaca uygun çerçeve çizilmeden sınırlandırıldığı, Anayasa’nın 13. maddesindeki ilkelere uyulmadığı zaman, yasa kuralı ve kararlar buna uygun belirliliği içermediği zaman amaç ile araç arasındaki makul ilişki ve denge ortadan kalkar.

Öte yandan, telefon konuşmaları, doğası gereği, karşılıklıdır. Dinleme kararları, usulüne uygun olsa bile, kiminle konuştuğuna bakılmaksızın konuşmayı yapan taraflardan biri hakkında alınmaktadır. Yargıç kararında yer almayan, ancak ilgili kişiyle telefon konuşması yapan diğer bireylerin haberleşme özgürlüğü ve gizliliği ihlal edilmektedir. Konuşma yapılan diğer kişiler hakkında dinleme kararı olmadığına göre, onların anayasal hakları ellerinden alınmaktadır. Anayasa’nın 13. ve 22. maddelerinin, hakkında dinleme kararı alınan kişiyi bile güvence altında tutarken, haklarında dinleme kararı olmayan ikinci kişileri güvence altına almamaları düşünülemez. Cep telefonu gibi kişisel telefonlar dışında, aile bireylerinin kullandığı ev telefonları ile işyeri ve santral gibi birden fazla bireyin kullandığı telefonlarda daha vahim bir durum ortaya çıkmakta, dinleme süresi içinde o telefonla konuşan herkes dinlenmektedir. Hakkında dinleme kararı olmayan hiç kimse, konuştuğu kişinin telefonu dinleniyor gerekçesiyle dinlenemez. Anayasa buna izin vermemektedir. Hem dinlemeye ilişkin yasalar hem de dinleme kararları Anayasa hükümlerine aykırı olarak temel hak ve özgürlükleri sınırlayamaz. Telefon konuşmalarının doğası gereği karşılıklı olduğu savı bu tür dinlemelerin gerekçesi olamaz. Dinleme kararının tek taraflı olarak kişi adı ve telefon numarası belirtilerek verilmesi yeterli değildir. Kimlerle ve/veya hangi telefonlarla konuşmaların dinleneceği, hangi gerekçelerle dinleme yapılacağı açık olarak gösterilmelidir.

Bireysel hak ve güvencelerle birlikte, toplumsal hak ve güvencelerin en önemli ve etkin aracı bağımsız yargı da dinlemelerden nasibini almıştır. Yargıç ve savcıların telefonlarının, “mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi” esasına aykırı olarak dinlenmesi yargı yetkisinin kullanılmasına açık müdahaledir. Hak ve güvencelere saldırı, yargıya baskı yoluyla yapılmaya başladığı zaman demokrasinin olmazsa olmazı “hukuk ve yargı” zedelenmiş olur ki, artık demokratik bir devletten söz edilemez. Yargıç ve savcının dinlenmesi değil, dinlenme kuşkusu bile yargı bağımsızlığını zedelemeye yeter.

Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bireylerin maddi ve manevi yaşam haklarını koruyarak hak ve özgürlüklerle kamu yararı arasında adil denge kurabilen devlettir. Telefon dinlemelerinde, bireylerin hak arama özgürlüğü de engellenerek, bu denge bozulmuş, hukuksal güvence zedelenmiştir. Anayasal güvencenin ihlal edildiği ortamda, olayları, “yasaya uygun ya da değil, karar var ya da yok” kısır döngüsüne hapsetmek, hukuku kendi istek ve çıkarları doğrultusunda yorumlayıp uygulayarak, yargının da aynı doğrultuda karar vermesini bekleyenlere, toplumu kul düzenine çevirmek isteyenlere hizmet eder.

 

ADALET BAKANLIĞI İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI (UNDP)
TARAFINDAN ORTAKLAŞA YÜRÜTÜLEN “KURUMSAL YÖNETİM PERSPEKTİFİNDE YARGI REFORMUNUN DESTEKLENMESİ
PROJESİ”
KAPSAMINDA YARGI TEŞKİLATINDA YÜRÜTÜLEN
ANKET ÇALIŞMASININ SONUÇLARININ AÇIKLANMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİNE
İLİŞKİN TOPLANTI İZLENİMLERİ EK RAPOR

 

Saygıdeğer meslektaşlarım,

Daha önce hazırlamış olduğum raporu alan üyelerimizden Sn. Fahri Mutlu Tosun çok değerli bir katkı yaptılar, oda şudur, katıldığım seminerde bizlere hem Adalet Bakanlığı yetkilileri hem de UNDP yetkililerince ısrarla 10.000 hakim ve savcıya anket formu gönderildi denilmesine rağmen raporumu değerlendiren Fahri Bey tarafından anket formunu dolduran 465 kişinin Yargıtay ve Danıştay’da görev yaptığı, geri kalan kişilerin ise Adalet Bakanlığı’nda görevli tetkik hakimi ve müfettişler olabileceğini belirtti, bunun üzerine Ankara Adliyesi ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi ile Danıştay’ın 141. Kuruluş yıldönümü nedeniyle Ankara’ya Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen meslektaşlarımıza sorduğumda şöyle bir tabloyla karşılaştım ki, evet doğru kürsüdeki hakimlere bu anket formları dağıtılmamış, bir başka anlatımla HSYK’ nın tasarruflarına en fazla muhatap olan kürsüdeki hakimlerin görüşlerine Adelet Bakanlığı ve UNDP yetkililerince hiçbir değer verilmemiş, anket formlarının tüm hakim ve savcılara dağıtıldığı şeklinde yanlış bilgi verilerek o çok bahsettikleri demokratik yönetişim, katılım,…vb ilkelere uygun bir çalışma yapılmış gibi izlenim verilir iken. gerçekte Adalet Bakanlığı’nın idaresi altındaki hakim ve müfettişlerce anketin yönlendirilmesi sağlanarak, yürütme erkinin arzuları yargı erkini oluşturan kişilerce de paylaşılıyormuşçasına bir görüntü yaratılmaya çalışılmıştır.

Ne yazıktır ki böylesi bir oyun, isminin başında Adalet olan bir bakanlık ve Birleşmiş Milletler gibi kendisini tarafsız ve bağımsız bir organizasyon olarak niteleyen Uluslararası saygın bir kurum tarafından oynanmaktadır.

Ancak buna rağmen meslektaşlarımızın her nerede çalışırsa çalışsın büyük çoğunluğunun yargıç kimliğini henüz tam anlamıyla kaybetmediği ortaya çıkmıştır, örneğin tıpkı AB ilerleme ve istişari ziyaret raporlarında da belirtildiği üzere öncelikli önem taşıyan, Teftiş kurulunun HSYK’ya bağlanması, Adalet Bakanının HSYK’nın başkanı olmaması gerektiği, yolunda büyük bir kabul olduğu, özellikle büyük çoğunluğun HSYK’ya TBMM’nin üye seçmesine karşı olduğunu görmek sevindirici bir hususdur, ancak gelin görün ki raporu okuduğunuzda daha iyi anlaşılacağı üzere, Semineri yönetenler ve konuşmacılarca işlerine gelen yerlerde anket sonuçları ön plana çıkarılmış, işlerine gelmeyen hususlarda ise birden makas değiştirilerek tamamen danışma ve görüş belirtme niteliğinde raporları olan Venedik Komisyonu,..vb. komisyon kararlarına ağırlık verilmiş, her bir karar belirli ülkeleri kapsamasına rağmen sanki evrensel, olmazsa olmaz kurallarmış gibi yansıltılmış. HSYK’ya TBMM üye seçmez ise demokratik meşruiyetinin bulunmayacağı vurgulanmıştır. Bu kadar manüplasyon böylesi bir çalışma için çok fazla, hele hele muhataplarının üç erkten biri olan yargı erkini oluşturan kişiler olduğunu düşündüğümüz de bu fütursuzluk ve rahatlık oldukça düşündürücü.

Sayın Fahri Mutlu Tosun’a değerli katkısından dolayı tekrar teşekkür ediyorum. Bu çalışma bana şunu gösterdi, bugüne kadar yargı kürsüye mahkum edilmiş, ancak taraflarca veya Bakanlıkça bazı bilgiler sunuldukça birşeyler öğrenebilmekteydi, ancak YARSAV ile ilk defa yargı erkinin ayakları oldu. Yargı bu ayakları ile kürsüden kalkıyor diğer erklerin oyun alanlarında dolaşıyor, yargı ile ilgili oyunları görüyor, analiz ediyor, mensupları ile paylaşıyor ve aldığı besleyici yankılarla çok daha ileri bir aşamaya geçebiliyor, kurulu oyunları bozabiliyor, işte bu nedenledir ki YARSAV yok edilmek, böylelikle yargı yine kürsülerin arkasına mahkum edilmek isteniyor, ancak büyük bir ihtiyacın sonucu ortaya çıkan hiçbir kurum kolay kolay yok edilemez, YARSAV’ı yok etmek aslında son derece kolaydır. Yargıyı tamamen bağımsız, etkin ve etkili, kaliteli ve saygın bir hale getirirsiniz, ihtiyaç biter YARSAV kendiliğinden erir gider. İşte bu kadar kolay.

Önceki rapora ek olarak belirtmek istediğim bir başka husus ise; anılan raporu ilettiğim kurul üyelerimizden biri tarafından 16.04.2009 tarihinde toplantılarının olmasının seminere katılmamalarının tek gerekçesi olmadığı, bilinçli olarak yargı dışında yürütülen faaliyetlere tepki sonucu bir protesto olarak katılmadıkları, bunu da Bakanlık yetkililerine ilettikleri belirtildi. Ancak kendilerine de ilettiğim üzere bu durum toplantıda kesinlikle bu şekilde aksettirilmedi, Kurul üyelerinin duyarsızl ığ ıym ış gibi sunuldu, bununla da yetinilmedi raporda belirttiğim yabancı uzman tarafından Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nde görevli bir daire başkanı HSYK’nın bağımsız destekçisi olarak sunularak HSYK’nın toplantıda temsil edildiğinin düşünülmesi amaçlandı, ancak hiç inandırıcı olamadı. Bütün bu çalışmalar AB üyelik süreci ile bağlantılanı yor oysaki ekte sunduğum AB yetkililerince gerçekleştirilen istişari ziyaret sonucu düzenlenen 2005 yılına ait raporda görüleceği üzere yargı ile ilgili çalışmalara HSYK’nın katılımının sağlanmaması yadırganıyor. Bu da yapılan çalışmaların ne derece samimi olduğunun bir başka göstergesi olmaktadır.
Saygılarımla,

Fetih SAYIN YARSAV
Yönetim Kurulu Üyesi