TBMM ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONUNA
1) 1982 Anayasası bir darbe anayasasıdır. Birey-devlet ilişkisinde devleti kutsayan yapısı, toplumu devlete tabi kılan hiyerarşik modeli, farklılıkları ve çeşitliliği tehlike olarak gören tek tipçi yapısı ve hak ve özgürlükleri otoriteye feda etmesi gibi özellikleriyle çağdaş demokrasi standartlarından uzak olduğu kadar, toplumun yapısına ve ihtiyaçlarına da ters düşmektedir. Bu nedenle kaldırılıp yerine demokratik, özgürlükçü, insan hak ve onurunu esas alan, hak ve özgürlük eksenli bir anayasa yapımı zorunluluktur.
2) Temsili demokrasinin merkezinde Parlamento yer almaktadır. Demokratik meşruiyet sahibi bir anayasa, kurucu irade olarak toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla yapılır, anayasa metninin yazımı ise parlamento tarafından yapılır. Dolayısıyla demokrasinin en temel unsuru olan halk egemenliğinin temsil edildiği TBMM tarafından yapılan bir davete TBMM’nin manevi şahsiyetine saygımız gereği icabet etmeme nezaketsizliği gösteremeyeceğimiz için burada bulunuyoruz.
3) Ancak öncelikle gözetilmesi gereken husus şudur: Hiçbir siyasi partinin topluma anayasa dayatma hakkı yoktur. Anayasalar ülkenin tüm sorunlarını çözen sihirli metinler olmamakla birlikte toplumları için gerçek bir konsensusun kristalize olmuş hallerini yansıtan toplumsal barışın mimari projesidir. Dolayısıyla gerçek anlamda bir toplum sözleşmesi niteliği taşıyabilecek bir anayasa için öncelikle toplumun tüm kesimlerinin özgür iradelerini ortaya koyabileceği bir ortamın oluşturulması hayati önem arzetmektedir.
Şu anda ise siyasi iktidar kaynaklı bir gerilim ve kutuplaşma ortamında bulunuyoruz. Bu ortamda toplum sözleşmesi anlamında anayasa yapma koşulları bulunmamaktadır. Otoriter bir zihniyet ve uygulamalarının başta yargı olmak üzere tüm kurumlarda ve toplumun önemli bir kısmında yarattığı travma gittikçe artan bir dozda devam etmekte iken evrensel saygınlığa sahip bir anayasa yapmak mümkün değildir. Anayasa yapım sürecinin yol emniyeti yoktur. Özel yetkili mahkemelerin yol çevirmeleri ve tevkifleri, kimsenin bu yola girmemesi sonucunu doğurmaktadır.
Başta Cumhurbaşkanının görev süresi, Genelkurmay Başkanının yargılanacağı yer olmak üzere en temel konularda bile anlaşamıyoruz. Konuşurken sağa sola bakmadan yapamıyoruz ve bu durum sağlıklı bir hale işaret etmemektedir. En yeni ve sade hukuksal metinler dahi birbirine taban tabana zıt yorumlarla başta hukukçular olmak üzere medya ve nihayetinde toplumu ortadan ikiye bölmektedir. Derin etnik ve kültürel çatlaklar yaşayan bir toplum olarak bir tutkala ihtiyacımız var ve bu mutlaka demokrasinin oydaşmacı-müzakereci versiyonu olmalıdır. Çünkü biliyoruz ki çoğunluk egemenliği demokrasiden ziyade çoğunluk diktatörlüğü ve sonrasında mutlaka iç kargaşadır. Çoğunlukçu anlayış üzerinden kurulan tahakkümün demokrasi ambalajı, toplumsal bilinci de kör etmektedir.
Özellikle bu anlayışın yeni HSYK’daki uygulamalarını yakıcı bir şekilde yaşamaktayız. Demokratik meşruiyet, yalnızca seçimle elde edilen ve keyfi olarak kullanılacak bir değer değildir. Yargıda yaşanan son bir yılı anlatmak en az bir yıl alır. Sürgün kararnameleri, hiçbir kıstasa dayanmayan terfi ve taltifler, temelsiz ve intikam-gözdağı amaçlı soruşturmalar ve sonrasında verilen ölçüsüz ve insafsız cezalar vs. Yargı mensuplarına yapılanlara bakan toplum kendisini nasıl güvende görebilir. Birçok güvencesi olduğu kabul edilen (ki artık yerinde yeller esiyor) kendi meslek kamuoyumuz bile derin bir sessizliğe gömülmüş, konuşmaktan ve en tabii haklarını aramaktan çekinir vaziyette iken toplumdan bir şey beklemek fazla hayalcilik olarak gözükmektedir.
Ayrıca, zaman zaman kentsel dönüşüm, hidroelektrik, nükleer santral inşaatı vb. olaylarda barınma hakkı, çevre hakkı için mücadele eden halka, sosyal ve ekonomik hakları için mücadele eden emekçilere, eğitim ve öğrenim hakkı için mücadele veren öğrencilere yöneltilen şiddet ve ötekileştirme hareketleri kendi vatandaşını düşman gören bir zihniyetin eseridir.
Yine, siyasi iktidara mensup kişiler tarafından; muhalif sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve diğer örgütlerin hedef alındığı, düşüncenin, şiirin, karikatürün terör silahı sayıldığı, kitapların bombadan daha tehlikeli görüldüğüne yönelik ifadeler toplumdaki gerilim ve kutuplaşmanın daha da artmasına yol açmaktadır.
Toplumsal uzlaşma belgesi olan özgürlükçü, demokratik bir anayasanın böyle gerilimli bir ortamda yapılması mümkün görülmemektedir.
Eğer gerçekten toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla demokratik yeni bir anayasa inşa edilmek isteniyorsa süreç aceleye getirilmemelidir. Bu nedenle bir yandan yeni Anayasa çalışmaları sürerken, diğer taraftan bu sürece katkı sağlayabilecek mevzuat değişiklikleri yoluyla, toplumda çeşitli gerilimlere ve kutuplaşmalara yol açan, demokrasi ve temel hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması demokratik ve katılımcı bir anayasa yapma sürecinin gereğidir.
4) Demokratik, şeffaf ve özgür bir ortamın oluşması için yasal düzenlemelerde yer alan ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve basın özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere ilişkin ağır tehdit içeren hükümlerin ortadan kaldırılması öncelikli bir sorundur.
Bu bağlamda;
a) Türk Ceza Kanunu (215, 288, 301, 305 ve 318. maddeler gibi), Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu (250. madde gibi) ve Basın Kanunu’ndaki ifade özgürlüğü önünde engel teşkil eden, adil yargılanma hakkını ihlal eden maddeler kaldırılmalıdır.
b) Demokratik hukuk devletlerinde siyasetin kendi kurum ve araçlarıyla yapılması gerekmektedir. Siyaset dışı olması hatta onu dengeleme adına frenlemesi gereken yargının siyasi bir aparata dönüştürülerek siyasi yaşamı dizayn etme aracı haline getirilmesi ve devletin ideolojik aygıtı olarak kurgulanması demokratik toplum düzenini rayından çıkarır. Bu bağlamda; özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, kendisini Türkiye Başsavcılığı veya mahkemesi olarak görme eğilimine sahip olanların uygulamalarına da bakıldığında iktidar savaşının bir aracına ve temel hak ve özgürlükler yönünden de ciddi bir tehdit kaynağına dönüştüğünden derhal kaldırılmalı, olağanüstü kovuşturma ve soruşturma usulleri ile adil yargılanma hakkını hiçe sayan bu kuruma artık son verilmelidir.
c) Çağdaş toplum örgütlü toplumdur. Örgütlenme özgürlüğü, çoğulcu ve demokratik toplumun sosyal ve siyasal yaşamının asli unsurlarından ve olmazsa olmazıdır. Ancak bu alandaki uluslar arası sözleşmelerin varlığına rağmen hâlâ yasalarda var olan yasaklayıcı hükümler dolayısıyla demokrasinin fidanlığı olan sivil toplum örgütleri engellenmekte, işlevsizleştirilmekte hatta kapatılmaktadır. Nitekim derneğimiz de kuruluşundan itibaren uzunca bir süre idare tarafından açılan kapatma ve fesih davalarıyla uğraşmak zorunda kalmış, yine geçtiğimiz yıl içinde; yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin gerçek anlamda sağlanabilmesi ve mesleki sorunlarla mücadelenin en etkin biçimde yapılabilmesi amacıyla kurulan Yargıçlar ve Savcılar Sendikası (Yargı-Sen) birkaç ay sonra mahkeme kararıyla kapatılmıştır. Adalet beklentisi içinde yargı organlarına başvuran bireylere, her koşulda ve ülkenin her yerinde, gerçek anlamda adalet dağıtmakla görevli yargıç ve savcılar, hak arama özgürlüğünü kullanamaz, kendi haklarını örgütlü bir güç halinde arayamaz hale getirilmişlerdir. Örgütlenme özgürlüğüne ağır tehdit içeren yasal düzenlemeler bir an önce kaldırılmalıdır.
5) Ülkemizde seçimlerde uygulanan %10 barajı dolayısıyla Parlamento toplumdaki bütün siyasi görüş ve partilerin temsiline imkân vermemektedir. Haziran 2011 seçimlerinde %10’luk seçim barajının yarattığı temsil açığı minimum düzeyde gerçekleşmiş olsa dahi (%87 katılım, katılanlarda %95, toplam seçmende %81 temsil oranı), işlemeyen parti içi demokrasi sorunu meşruiyet açığı yaratmaya devam etmektedir. Bu nedenle, en azından ilkelerin oluşturulması sürecinde meclis dışında kalan partilere de temsil imkânı verilmelidir. Ayrıca, yeni anayasa yapım sürecinde ilkelerin belirlenmesi yalnızca Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na bırakılmamalı, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin, meslek kuruluşlarının eşit şartlar altında ve aktif olarak karar alma sürecine dahil edildiği bir mekanizma oluşturulmalıdır. Aksi takdirde, herkesin önerisini vermesi yolunda çağrı yapıp, tüm önerileri topladıktan sonra bir metin ortaya çıkarmak, sonuçta üzerinde uzlaşılan değil, bir iradenin uygun gördüğü metnin ortaya çıkarılması anlamındadır.
6) Günümüzde siyaset, 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra Milli Güvenlik Konseyi döneminde çıkarılan Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasaları gibi 12 Eylül döneminden kalan yasalarla yapılmakta, demokrasinin vazgeçilmezi olarak nitelenen siyasi partilerin her türlü faaliyetleri, genel olarak bu yasalarla düzenlenmektedir. Dolayısıyla yeni Anayasa yapım sürecinin sürükleyici aktörü konumundaki siyasi partilerin parti içi demokrasi ortamını sağlayabilme adına Siyasi Partiler ve Seçim yasalarında değişiklikler yapılarak anti-demokratik hükümlerden arındırılması gerekmektedir. Demokratik hukuk devletinin korunması ve güçlendirilmesi için, siyasetin 12 Eylül kuralları ve anlayışından arındırılmadan, çağdaş demokratik değerler esas alınarak yapılmadan ortaya konulacak anayasa yine yeni bir 12 Eylül anayasası görünümü taşıyacaktır.
7) Açık konuşmak gerekirse bu koşullarda yapılacak bir anayasa yeni elitlerin tasavvur ettikleri devlet ve toplum düzenine uygun formülasyonlar içeren bir metin olmaya namzettir. 2010 yılında gerçekleştirilen ve henüz bir yılını dolduran Anayasa değişikliği sonrasında ideallerindeki devleti yaratmak adına; tüm toplumun güven bunalımına düşürülerek, halkı denetleme, gözetleme, röntgenleme ve bu yolla anayasal kurumlar başta olmak üzere tüm toplumun sindirilmesi ve susturulması suretiyle hukuka güven duygusu azaltılarak korku toplumu yaratıldığı ve demokrasinin olmazsa olmazı çoksesliliğin yok edildiği olgusu apaçık ortadayken, samimi olmayan ve sadece kendi kafalarındaki amaçlarını gerçekleştirme niyetiyle kurallar icat etme işinin, toplum sözleşmesi niteliğindeki Anayasa yapımıyla yakından uzaktan bir alakası bulunmadığından YARSAV olarak bu aşamada bu tür bir araçsallığa alet olmak istemediğimizi ifade ediyoruz. Ancak siyasi iktidar tarafından bahsettiğimiz sorunların çözülmesi için irade ortaya konularak demokratik ve özgürlükçü bir iklimin oluşturulmasının ardından yeni anayasa yapımı sürecine katkı sağlayacağımızı, bu konuda çalışmaktan ve fedakârlıktan kaçınmayacağımızı, nihayetinde esasa ilişkin Anayasa görüşümüzün TBMM’ne ve kamuoyuna sunulacağını tüm kamuoyuna deklare ediyoruz.
YARSAV YÖNETİM KURULU