İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NE İLİŞKİN ARAMA KARARI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI, 30.12.2010

Anayasanın 20, 21 ve 22. maddelerindeki hükümlere, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasasının 9. maddesine ve Arama Yönetmeliğinin 19. maddesi hükmüne göre önleme araması; Milli güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, tehlikenin önlenmesi amacıyla yapılabilir. Yasa ve yönetmelikte belirtilen ve korunması öngörülen kavramlar, hukukun genel ilkeleri uyarınca yorumlanmalı ve temel hak ve özgürlüklere yönelik bir daraltma sözkonusu olduğundan genişletici yoruma tabi tutulmamalıdır.

Yönetmeliğin aynı maddesine göre öğretim ve eğitim özgürlüğünün sağlanması için her derecede öğretim ve eğitim kurumlarının ve üniversite binaları ve ekleri içerisinde, kurumun imkanlarıyla önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması olasılığı karşısında rektör, acele hallerde de dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluktan yardım istemeleri halinde, girilecek üniversite, bağımsız fakülte veya bağlı kurumların içerisinde, bunların yakın çevreleri ile giriş ve çıkış yerlerinde, önleme araması yapılması mümkün olmakla birlikte bu, rektör veya ancak acele hallerde dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluktan yardım talep etmeleri koşuluna bağlanmıştır.

Ayrıca yetkili yargıçtan arama kararı alınması, arama talep, emir ve kararlarında, açıkça
aramanın sebebi, aramanın konusu ve kapsamı, aramanın yapılacağı yer, geçerli olacağı zaman süresi ve- belirli ve makul olması koşuluyla -belirtilmek zorundadır. Elbette ki, önleme aramasına karar verecek olan mercinin de öncelikle korunmaya değer amaçlardan bir veya bir kaçının somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğini saptaması gerekmektedir

Basına yansıyan bilgiler ışığında İstanbul Üniversitesinde 1 yıl süre ile arama yapılabilmesine olanak sağlayan önleme aramasına ilişkin karar,

a) Yasa ve yönetmelikte arama kararının verilmesi için önkoşul olan, yönetmeliğin 6. maddesinde tanımlanan ve somut olgulara dayandırılması gereken “makul şüphe” oluşmadan verilmiş olması nedeniyle, ( öğrenci hareketlerinin Avrupa’da tırmanışa geçmesi gerekçe/ bahane gösterilmiştir

b) Arama kararının yönetmeliğin 19. maddesinde sayılan kişiler tarafından (rektör veya dekan) talep edilmemiş olması nedeniyle,

c) Bu şartlar oluşmuş olsa bile, arama kararının genel, belli bir yeri kapsamayan, uzun süreli olarak verilerek yargıcın karar verme yetkisinin devredilmesi sonucunu yaratması nedeniyle hukuka aykırıdır.

Zira sağlanması hedeflenen hukuki güvencenin hayata geçirilmesi ve aramaya ilişkin kuralların içeriğine göre; genel, uzun süreli, geniş ve belirsiz bir alanı kapsayan arama kararları verilemez. Çünkü yetkili merci tarafından arama emri vermenin ilk koşulu gecikmesinde sakınca bulunan bir halin olmasıdır ki, bu durum en çok aramanın yapılacağı saat ya da gün için söz konusu olur ki bu nedenle, arama emrinin bir günden daha uzun bir geçerlilik süresi taşıyamadığının kabulü gerekir. Eğer sonraki günler ya da saatler için de arama yapılacak ise o takdirde yeni bir karar almak için yeterli süre var demektir ve gerekirse yeniden karar alınmalıdır.

Kişi hak ve özgürlüklerinin daraltıldığı durumlarda, arama, tutuklama gibi yöntemlerin uygulanmasında yasal/makul sürelerin aşılması ve bunun rutin bir uygulamaya dönüşmesi ve öyle kabul edilmesi hukukun başka amaçların enstrümanı haline gelmesi tehlikesini de beraberinde getirir.

Ülkemizde terör suçları nedeniyle verilen arama kararlarının dahi süresi belli saatler arasında, ya da en fazla günlerle ifade edilen sürelerle sınırlı tutulurken , özel bir durum arzetmeyen ve makul şüpheye ilişkin somut bir olguya da dayanılmayan bir konuda 1 yıl süre ile bir üniversitenin içinde, çevresinde, öğrencilerin üstünde, aracında arama yapılmasına olanak sağlayacak biçimde karar verilmesi, üniversite öğrencilerinin teröristlerden daha tehlikeli unsurlar olduklarının ön kabulü anlamına gelir ki, “bütün umudu gençlikte” olan bizler için bu kabul edilemez.

Yasada engel bir hüküm olmadığı söylemleri ise asla kabul edilemez, somut olayda, açıkça anayasa ve yasa ihlali söz konusu olup, bu söylem ancak bir kanun devleti olmayı, bir polis devleti olmayı amaçlayanlar için kabul edilebilir niteliktedir. Ancak amaç temel hak ve özgürlüklere hukuk devleti güvencesini yaratmak ise toplum olarak bu baskılara boyun eğmemek, olağan kabul etmemek, hukuk içinde mücadele vermek de bir zorunluluktur. Hukuk devletinde yeri olmayan böyle bir emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluğun da, yasa gereği emri verene ait olduğu unutulmamalıdır.

Ülkemizde anayasa referandum sürecinde özellikle yargı alanında yapılan değişikliklerin yürütmenin yargı üzerindeki baskısını artıracağı ve dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin yargısal denetimin zayıflamasının, ülkemizi özgürlük ve demokrasi ortamından uzaklaştırıp, adı ve rengi ne olursa olsun despot ve antidemokratik bir yapıya sürükleyeceği yolunda uyarılarımız olmuştu. Bu uyarılarımız “yargı reformu, ileri demokrasi ve özgürlükler getiriyoruz, hukuk devleti kuruyoruz” diye karşılık görürken, bugün geldiğimiz noktada, yaratılan antidemokratik ortamın, en masum taleplere, en küçük eleştirilere tahammülsüzlüğün, öngörülerimizi doğruladığını görmekten dolayı üzgünüz. Ülkemizde bu ortamın yarattığı gerilim ve gerginliğin daha ağır sonuçlara ulaşmasından da endişeliyiz.

Üniversite öğrencilerinin potansiyel terörist muamelesine tabi tutulmasından, gençlere en küçük özgürlük alanı bırakılmayarak ve üzerlerinde faşizan bir baskı yaratılarak; tartışma, farklılıklarla beslenme, kendini ifade ederek, gelecekte ülke yönetimine hazırlanma hakkı olan gençler üzerinde, aynı 12 Eylül darbecilerinin uyguladığı yöntemlerin uygulanması, hoşgörüden uzak, okuldan atma tehditleri ve üniversitelerin gençlerin değil “rektörlerin üniversitesi” olduğu yanılgıları üzerine kurulu bir anlayışla tezahür eden ve gerilimi arttırmayı bir siyasal yöntem olarak uygulayan anlayışı kınıyoruz.

Hukuk devletinin güçlendirilmesi için çalışan bizler, bugün artık doğrudan adliyelere gönderilen genelgelerin İçişleri Bakanlığı genelgeleri olmasından rahatsızız, bunun atılan adımların hukuk devletine değil polis devletine doğru yöneldiğinin göstergesi olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde evrensel hukuk normlarının egemen olması ve yargının bağımsızlığı mücadelesi vermekte olan YARSAV, yargının despotik yöntemlerin bir aracı olmasından da derin bir kuşku duymaktadır.

Yargı despotların hizmetkarı değildir ve olmamalıdır!..
Kamuoyuna saygı ile duyururuz. 30.12.2010

YARSAV YÖNETİM KURULU