Adli Ara Verme Nedeniyle Yapılan Basın Açıklaması 31/07/2009

Değerli basın mensupları,

Adli araverme (adli tatil) öncesi bu son günde, adli yıl içerisinde yaşanan olayların, sorunların genel hatları ile ortaya konulması, yeni adli yılda bu sorunların çözümüne katkı sağlanabilmesi için Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının meslek örgütü adına karşınızdayım.

Son yasa değişiklikleri nedeniyle adli araverme artık 20 Temmuz ila 5 Eylül yerine, 1 Ağustos ila 5 Eylül günleri arasında söz konusu olmakta; 1 Ağustos günü adli araverme süresi başlamaktadır. Her takvim yılında, adli yıl ise 06 Eylül günü itibarıyla başlamakta ve Yargıtay Yasası uyarınca Yargıtay Birinci Başkanları, birer açış konuşması yapmaktadırlar. YARSAV, faaliyetleri kapsamında her adli araverme öncesinde, adli yıl içerisinde yaşanan sorunlar ve yeni adli yıldan beklentilerini bu son iş gününde ayrıca açıklayacak ve bu açıklamaları gelenekselleşerek devam edecektir.

YARSAV sadece, mensubu olan yargıç ve Cumhuriyet savcıları ile ilgili değil, tüm yargıç ve Cumhuriyet savcılarının karşılaştıkları sorunların hukuk içerisinde çözülmesini amaçlamakta, yargı ile ilgili tüm sorunlarla ilgilenmektedir.

Mevzuat değişikliği sonrasında, Ülkemizde bir ilki gerçekleştirerek kurulan ve kuruluşunda evrensel ilkeleri de gözeten YARSAV’ın örgütlenme ve faaliyetleri, Dünya Yargıçlar Birliği (İAJ) tarafından yeni örgütlenmekte olan ülkelere örnek olarak gösterilmiştir. İAJ Merkez Konseyi’de Nisan 2009 tarihinde YARSAV’ın üyelik başvurusunu incelemiş ve kuruluş, amaç ve faaliyetleri yönünden evrensel ölçütlere uygunluğu nedeniyle başvurumuzu kabul ederek İAJ Genel Kurulu’na, İAJ’a üye olmamızı teklif etmiştir. Evrensel alanda YARSAV’ın örgütlenmesi kabul görürken, Ülkemizde YARSAV’a yönelik yapılan iş ve işlemler ve yayınlar, üzüntü vericidir. Adalet Bakanlığı’na hakim olan siyasi irade çizgisinde yayın yapan bazı yayın kuruluşları, bu konuda bırakınız mevzuatı, Adalet Bakanlığının 2004 yılından itibaren AB’ne yazdığı, artık Türkiye’de yargıç ve Cumhuriyet savcılarının örgütlenmesi serbesttir şeklindeki yazılarını bile görmezden gelerek, YARSAV’a saldırmaktadırlar.

YARSAV, yargıç ve Cumhuriyet savcılarının mesleki sorunlarının, özlük ve sosyal hakları ile çalışma koşullarının iyileştirilmesi yanında hukukun üstünlüğü, etkinliği ve egemenliği için faaliyette bulunmakta olup, bu faaliyetlerini, hukuk herkes içindir diyerek sürdürmektedir. Ancak hukukun üstünlüğünden ayrılmayan YARSAV bu faaliyetleri sırasında hep etiketlenmekte, bir tarafa konulmaya çalışılmaktadır. Her türlü saldırıya karşı her sorunun çözümünü hukuk içinde gören YARSAV faaliyetlerine kararlılıkla devam edecektir. Ancak YARSAV bir yana, yargıç ve Cumhuriyet savcılarına yönelik artarak devam eden saldırılar, daha başka saldırıların da gerçekleştirileceğini bize göstermektedir ki, kuşkusuz hukukun üstüne çıkacak hiçbir şey olamaz. Bunları yapanlar, hukuk anlayışlarını gözden geçirmelidirler.

Değerli basın mensupları,

Ülkemizde yargıda reform söylemleri gündemden düşmemektedir. Ancak reform söylemi kullanılarak yapılan iş ve işlemler ve düzenlemeler, yargıdaki sorunların daha da artmasına neden olmaktadır.

Yargıda reform gereksinimi vardır. Ancak bunun için reform söylemini kullanan değil, gerçek anlamda bir reform iradesine sahip siyasi irade gerekmektedir. 1982 Anayasasından bu yana yapılanlar, gerçek bir reformun ortaya konulması ya da kural olarak bu yolda adımlar atılması niteliğinde olmamıştır. Bu nedenle gerçek bir yargı reformu, bu konuda içten bir siyasi irade olmadan gerçekleşememektedir.

Yargı reformu için yöntem olarak, öncelikle Yargı Reformu Yasası hazırlanarak, kabul edilmeli, hazırlanacak Yargı Reformu Yasası’nda, çıkartılması ya da değiştirilmesi gereken yasalar listelenerek açıkça gösterilmelidir. Yine hazırlanacak Yasa ile hukuk ve yargı çevrelerinden, siyasi etkinin öne çıkmayacağı bir Yargı Reformu Komisyonu kurulmalıdır. Anılan komisyonun üyeleri yoğunlukla, Üniversitelerden, yargı organlarından, yargıdaki meslek örgütlerinden oluşmalı ve bu birimler Komisyon üyelerini kendileri seçmelidirler. Yargı Reformu Komisyonu, hazırlayacağı taslak metinleri, Başbakanlığa sunmalı, hazırlanan taslak metinler hükümet tasarısına dönüştürülerek TBMM’ne gönderilmelidir.

TBMM’nde ise hazırlanan tasarı görüşülerek yasalaştırılmalıdır. Ancak böylece yapılacak düzenlemeler, tüm hukuk çevrelerinin etkin katılımıyla gerçekleşebilecek, hukukun ilkeleri neyi gerektiriyorsa, düzenlemeler tamamen o doğrultuda yapılabilecektir. Ruanda’da bile yargı reformu bu yöntemle yapılmıştır. O nedenle Ülkemizde de, reform söyleminin dolanılmaması, gerçek anlamda reforma gidilmesi için anılan yöntem kullanılmalı, bu doğrultuda gerekenler yapılmalıdır.

Siyasi irade yargı reformunu gündemde tutmasına karşın, ısrarla 12 Eylül Anayasası’nın yargı bağımsızlığına çekince koyan hükümlerinde ve bu paraleldeki yasalarda değişikliğe gitmeyi hiçbir biçimde ifade etmemekte, bunun aksine yoğunlukla yargı bağımsızlığının ve erkler ayrılığının gereği olarak yapılan düzenlemeleri tartışmaya açmaktadır.

Siyasi irade, tartışmaya açtığı konularda değişikliğin, AB ilke ve değerleri için gerekli olduğunu ifade etmekte ve bunun için AB ülkelerindeki bazı düzenlemeler örnek gösterilmektedir. Ancak bu noktada unutulmaması gereken şu hususa dikkat çekmek gerekmektedir:

Çağdaş değerler ve hukuksal ilkeler, her ülkenin siyasi tarihi ve geçmişteki tecrübeleri de gözetilerek, en etkin nasıl yaşama geçirilebilecekse, her ülkenin kurumları ona göre oluşturulmakta veya yetkilendirilmektedir. Bu nedenle ne AB’de ne de  dünyadaki (hukuk) devletler(i)  tek tip yapılanmamıştır. Hiç bir ülke, kurum ve organlarını; siyasi tarihini, devlet olarak yapılanmasını gözetmeden oluşturmamakta ve yetkilendirmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti de, çağdaş değerleri en etkin nasıl yaşatabileceğini, hukuksal ilke ve değerleri en etkin nasıl yaşatıp yüceltebileceğini, hukukun üstünlüğünü nasıl koruyup sürdürebileceğini gözeterek hareket etmek durumundadır. AB için önemli olan, AB ilke ve değerlerinin etkin olarak yaşama geçirilebilmesidir. Bu ilke ve değerlerin, AB ülkelerindeki kurumların yapıları ve yetkileri örnek gösterilerek yapılmak ve yasama organının yargı organları üzerinde yetkilendirilmek istenmesi, ülkede yaşanan ve yaşanabilecek gerçeklere gözleri kapatmak anlamındadır. RTÜK ve Sayıştay ile ilgili olarak yaşanan sorunlar daha canlılığını korumaktadır. Yasama organının, yargı üzerinde yetki sahibi yapılmak istenmesi, siyasi partiler hukukunun mevcut yapısı ve siyasi işleyiş gözetildiğinde, erkler ayrılığını ortadan kaldıracak ve yasama yoluyla yargı bağımsızlığı zedelenecek, anılan ilkeler yaşama geçirilmek bir yana, yargı etki altına alınmış olacaktır. Esas olması gereken, ilke ve değerlerin en etkin nasıl yaşama geçirileceğidir. Bu nedenle yargı organları ve kurumları üzerinde siyasi iradenin etkili olamayacağı bir yapının tesisi esas alınmak yerine, AB söylemlerine fırsat olarak dayanılarak, demokratik meşruiyet söylemi ile yargı bağımsızlığını tartışmalı kılacak adımlar atılmamalıdır.

AB müzakereleri için yargı reformu strateji belgesi hazırlanması istenilmiş, ancak AB değerlerine göre böyle bir konuda yargıdaki sivil örgütlerden görüş alınması kural olmasına rağmen, bazı hukuk ve yargı çevrelerinden açıkça görüş istenmesine rağmen, YARSAV’dan herhangi bir görüş istenmemiş ve alınmamıştır. Daha yolun başında çalışmalar AB normlarıyla çelişmektedir. YARSAV, Tüzüğünün 4 ncü maddesinde, gerçek bir yargı reformu için yapılması gerekenleri kuruluş tarihi itibarıyla saptayarak listelemiştir. YARSAV gerçek anlamda yargı bağımsızlığını amaç edinen her türlü çalışmaya destek vermeye ve katılmaya hazırdır ve bu konularda hazırlıklıdır. Ancak yargı reformu söylemi kullanılarak yargı reformu ile bağdaşmayan iş ve işlemlere yönelik eleştirilerini ise sürdürmeye devam edecektir.

Ülkemizde hukuk çevrelerinde dile getirilmesini ve ayrıca evrensel ilkeleri gözettiğimizde, yargı reformu için gerekli olmasına ve AB raporlarında bile söylenmesine rağmen, özellikle şu konularda siyasi irade ısrarla adım atmaktan uzak durmaktadır. Oysa anılan değişiklikler yargı bağımsızlığı ve gerçek bir yargı reformu için gereklidir:

  • Her yıl ne kadar yargıç adayı alınması gerektiğine ve bu doğrultuda sınav açılmasına Adalet Bakanlığı değil HSYK karar vermelidir. Yargıç adaylığı mülakatları HSYK tarafından yapılmalı ve mülakatlara mutlaka kamera konulmalı, her aday adayı kendisine sorulacak soruları kurayla kendisi belirlemelidir. Yargıç adaylarının yürütme organı içerisinde yer alan Adalet Bakanlığının etkin olduğu bir kurul tarafından belirlenmesi, evrensel ilkelere ve yargı bağımsızlığına aykırıdır.
  • Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığının yargıç ve Cumhuriyet savcılarına yönelik yetkileri kaldırılmalı ve bu konuda HSYK’ya bağlı bir teftiş birimi kurulmalıdır. Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, yürütme tarafından ve üstelikte Adalet Bakanına karşı hiçbir güvencesi olmayan adalet müfettişleri tarafından denetlenmesi, yargı bağımsızlığına aykırıdır.
  • Aynı doğrultuda Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ve Personel Genel Müdürlüğü’nün yargıç ve Cumhuriyet savcılarına yönelik yetkileri kaldırılmalı, bu yetkiler HSYK’na bağlanacak birimlere devredilmelidir.
  • Adalet Bakanının, yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkında araştırma, inceleme ve soruşturma izni verme yetkisi kaldırılmalı, bu konuda HSYK yetkilendirilmelidir.
  • Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, Adalet Bakanlığına idari bağlılıkları sona erdirilmelidir.
  • Mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapan HSYK’nda, 2992 sayılı Yasa uyarınca Adalet Bakanının emri altında ve onun yardımcısı olarak görev yapan Adalet Bakanlığı Müsteşarının bulunması, anılan anayasal ilkelere aykırıdır. Müsteşar, HSYK’nda yer almamalıdır. Adalet Bakanı, oy hakkı olmaksızın HSYK toplantılarına katılabilmelidir. HSYK kendi başkanını kendisi seçmeli, daire sitemine göre yapılandırılarak adli yargı yargıçları, Cumhuriyet savcıları ve idari yargı yargıçları için ayrı ayrı daireler oluşturulmalıdır. HSYK’na üye seçimi konusunda Cumhurbaşkanının yetkisi kaldırılmalı, yüksek yargıç olmayan yargıç ve Cumhuriyet savcıları da HSYK na kendi aralarından üye seçebilmelidir. Yargıtay ve Danıştay Başkanları ile Başsavcıları HSYK’na doğal üye olarak yer almalıdır. Ayrıca yargıdaki meslek örgütleri de HSYK’ya temsilci gönderebilmeli, HSYK daire kararlarına, HSYK genel kurluna itiraz edilebilmeli ve son kararlara karşı yargı yolu açılmalıdır. HSYK’nun ayrı bina, bütçe ve sekreteryası olmalıdır.
  • Yargıç ve savcıların meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri ile görevlendirilen, ancak tek bir akademik kadrosu da bulunmayan Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan çıkartılmalı, yargı bağımsızlığı ilkelerine uygun olarak yapılandırılmalıdır.
  • Yine Adli Tıp Kurumu, İstanbul Protokolü de gözetilerek özerk olarak yapılandırılmalıdır.
  • Yargıç ve Cumhuriyet savcısı sayısı artırılmalıdır.
  • Yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkındaki inceleme ve soruşturmalarda, savunma hakkını kısıtlayıcı düzenlemeler değiştirilmeli, bu konudaki işlem ve uygulamalar gözden geçirilmelidir.
  • İçeriği belirsiz ve biri diğerinin alanına giren disiplin cezasına yönelik maddeler, daha belirgin halde ve kapsamı bilinebilir biçimde yeniden düzenlenmelidir.
  • Cumhuriyet savcılığına bağlı adli kolluk oluşturulmalıdır.

Bu listeye daha devam etmek olanaklıdır. Yargı alanındaki sorunlar, YARSAV kurulduğundan itibaren yapılan yazılı açıklamalarda sorunlar açıkça gösterilmiştir. Yukarıda belirtilen konularda önceki basın açıklamalarımızda vurgulanan sorunlardır. Hak arama özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının etkin kullanılabilmesine yönelik hükümler gözden geçirilerek  artırılmalı, insan hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesi her durumda gözetilmelidir.

Değerli basın mensupları,

Yıl içerisinde UYAP uygulamaları ve yaşanan kesintiler, UYAP yoluyla yargının teknoloji kullanılarak yürütme organının gözetimine sokulduğunu açıkça göstermiştir. İşletimi ve veri bankası Adalet Bakanlığının elinde olan UYAP çalışmadığında, tüm yargı organlarındaki işlemler durmaktadır. Ayrıca UYAP sistem olarak yavaş işlemekte, tüm işlemler bu sistem içerisinde yürütüldüğünden UYAP yoluyla (sisteme girmeyen Danıştay dışındaki) yüksek yargı dahil olmak üzere tüm yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, iş ve işlemleri, ayrıca internet yoluyla okudukları gazeteler ve girdikleri siteler dahi izlenebilmektedir. UYAP konusu ivedilikle gözden geçirilmeli, işletimi Adalet Bakanlığından alınmalıdır. Ancak bu yapılmak bir yana mahkemelere üstelikte bir protokolle TAKBİS üzerinden işlem yapma zorunluluğu getirilmiştir ki, bu uygulama savunulamaz. Adalet Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle yargıçlara görev yüklenemez.

Yıl içerisinde Adalet Bakanlığı telekulak konuları ile muhatap edilmesine rağmen, bu konularda duyarsız kalmış ve çeşitli davalar açılmıştır. Ülkemizde disiplin incelemesi veya disiplin soruşturması aşamasında iletişimlerinin tesbiti yoluna gidilen tek meslek grubu yargıç ve Cumhuriyet Savcılarıdır. 2007 yılında çıkartılan Teftiş Kurulu Yönetmeliği bu konuda Teftiş Kurulu Başkanlığını yetkilendirmiştir. Bu yola sıklıkla başvurulmaktadır. Bu düzenleme ivedilikle kaldırılmalı ve mevcut uygulama sonlandırılmalıdır. Ancak yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkında, katalog suçlar dışında bile iletişimin tesbiti yoluna başvurulmaktadır. Adalet Bakanlığı adeta Telekulak Bakanlığı durumuna sokulmamalıdır.

Yargıya ayrılan bütçe, erkler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri gözetilerek gerçekleştirilmelidir. Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının maaşlarında da bu ilkeler gözetilmelidir.

Atama kararnameleri ve yetkilendirme işlemleri, açık ve somut ilke ve kurallara bağlanmalıdır.

Adalet Bakanlığının hazırlık soruşturmasına ve yargılamaya yönelik genelgeleri kaldırılmalıdır. Bu konular Türkiye Adalet Akademisi tarafından çıkartılacak kitapçık ya da broşürlerde yer almalıdır.

İHAM nin tüm ülkeler hakkındaki kararları Türkçe’ye çevrilmeli, yüksek yargı organlarının tüm kararları internet üzerinden yayınlanmalıdır.

Yargı kararlarının gereği yerine getirilmeli, yargı kararlarının uygulanması geciktirilmemelidir. Belirli konularda, dava açan ya da karar veren mahkemeler hedef haline getirilmekte, mahkeme kararı ile saptanan hukuka aykırılık görmezden gelinmektedir. Hak arama özgürlüğü aleyhine olan bu durumlardan kaçınılmalı, mahkemeler ve kararları hukuksal boyut gözetilmeden eleştiri konusu edilmemelidir. Kararı veren yargıç ve Cumhuriyet savcıları hedef haline getirilmemeli, isimlerinin yayınlanmasından olabildiğince kaçınılmalıdır.

2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Yasası, 12 Eylül döneminde çıkartıldığı için, Anayasa’nın Geçici 15/son maddesinin yürürlükte olduğu 2001 yılına kadar, bu Yasa’nın Anayasa’ya aykırı hükümleri Anayasa Mahkemesine taşınamamıştır. 2001 yılına kadar ki içtihatlar da hukuksallığı tartışma konusu edilmeyen bu Yasadaki kurallar gözetilerek oluşturulmuştur. 2001 yılından sonra Anayasa Mahkemesine başvuru yolu açılmış ise de, anılan içtihatları takip yolundaki kanıksanan irade nedeniyle, 2001 yılından sonra bu konularda kural olarak Anayasa Mahkemesine başvurular olmamış, önceki içtihatlarla biçimlenen uygulama sürdürülmüştür. 2802 sayılı Yasa’nın Anayasa kurallarına aykırı veya tartışmalı maddelerinin Anayasa Mahkemesinde görüşülebilmesi için, bu yol yerel ve yüksek mahkemelerce hukuk içerisinde etkin olarak kullanılmalıdır.

Örneğin Adalet Bakanı’na tanınan dava aç emri verme yetkisi, AB sürecinde kaldırılmasına rağmen, bu uygulama sadece yargıçlar, Cumhuriyet savcıları, avukatlar ve noterler hakkında sürdürülmektedir. 2802 sayılı Yasa’nın 89 ncu maddesi uyarınca Adalet Bakanlığı kovuşturmaya gerek görürse Cumhuriyet savcıları beş gün içerisinde iddianame düzenlemek zorundadır. Yine soruşturma izni, ancak somut bir olay için verilebilecekken, izin verildikten sonra soruşturmalar uzatılmakta, böylece devam eden bir soruşturma sırasında ortaya çıkan durumlar için yeni izin alınması gerekmemektedir. Bu durum ucu açık soruşturmalara neden olmakta, izin işlemini işlevsiz kılmaktadır. Yasadan kaynaklanan bu aykırılıklar, 2007 yılında çıkartılan Teftiş Kurulu Yönetmeliği ile genişletilmiş, disiplin incelemesi aşamasında bile izin söz konusu iken, devam eden inceleme sırasında yeni olaylar için yeni izin koşulu kaldırılmıştır. Böylece ucu açık ve uzayan incelemeler artmış, incelemeler süreçte izleme niteliğine bürünmüştür.

Aşırı yasama faaliyeti olarak adlandırılacak, fazla sayıda ve hızla yasa çıkarma nedeniyle, yürürlüğe konular yasalar ve kapsamları çok fazla hukuksal sorunlar yaratmış, ayrıca yasalar arasında çatışmalar söz konusu olmuş, bu gibi durumlar, hukuk devletinde bilinebilirlik unsurunu zayıflatmış, yargı için yeni sorunlar yaratmıştır. Yasa yapma sürecinin sağlıklı işlemesi yargı organlarındaki işlerinde daha hızla sonuçlanmasına neden olacaktır. Yürürlüğe konular TCY, CMY gibi temel yasalara bile baktığımızda beş yıl içerisinde TCY de 7 kez, CMY de 6 kez değişiklik yapıldığını görmekteyiz. Bu durum davaların uzamasına neden olmaktadır. Yürürlüğe konular bu yasalar reform olarak sunulmuş, yapılan değişikliklerde yine reform olarak ifade edilmiştir. Bu sağlıksız uygulamadan dönülmelidir. Sürekli değişen yeni yasalar nedeniyle Yargıtay’ın her seferinde lehe yasa uygulaması yönünden mahkemece değerlendirme yapılabilmesi için kararları bozmak durumunda kalması, davaları uzatmakta, zamanaşımı sorunlarının artmasına, kişilerin mağdur olmasına neden olmaktadır.

Hazırlık soruşturmalarının gizliliği kurallarını ihlal edecek içerikte haber yapılarak yayınlanması ve bu yayınların haber alma hakkı sınırlarının ötesinde gerçekleştirilmesi, hem soruşturmaların karartılmasına, etki altına alınmasına, tarafsızlıkla yürütülememesine, kişilerin lekelenmesine, temel insan haklarının ve hukuksal ilkelerin ihlal edilmesine neden olmaktadır. Bu durum ayrıca yaratılan kamuoyu nedeniyle, yargının tarafsızlıkla ve etki altında kalmadan çalışabileceği ortamın yok olmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle basın özgürlüğünün sınırsız olmadığı, objektif ve haber alma hakkı sınırları gözetilerek yayın yapılması gerektiği gözetilmelidir.

Yargıdaki iş yükü artarak devam etmiş, özel yaşamı olanaklı kılacak kalıcı önlemler alınmamıştır. Yargıda uzmanlaşmayı sağlayacak somut düzenlemeler ve bu doğrultuda işlemler gerçekleştirilmemektedir.

Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının sağlık durumlarını etkiler boyuta gelen iş yükü nedeniyle, çalışma koşulları yönünden Türk Tabipler Birliği ile ortak bir proje yürütülmekte olup, çalışma sonuçlandığında tesbitler ve çözüme yönelik öneriler karar mercilerine iletilecektir.

HSYK, yargıç ve Cumhuriyet savcıları ile ilgili olarak yürütülen her türlü iş ve işlemleri, açık ve somut hükümler bağlamında ilke kararlarına konu etmeli ve düzenlemelidir. Böylece yargıç ve Cumhuriyet savcıları, kendileri hakkındaki iş ve işlemler yönünden tabi oldukları kuralları bilebilir duruma gelmeli, yapılan iş ve işlemlerin dayanakları görülebilmelidir.

Yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkındaki disiplin işlem ve kararları yayınlanmamaktadır. Bu durum disiplin hükümlerinin içeriğinin ve kurallarının nasıl uygulandığının bilinememesine neden olmaktadır. Yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkındaki disipline yönelik kararlar yayınlanmalıdır.

Yargıç ve Cumhuriyet savcıları hakkında Adalet Bakanlığının sahip olduğu izin yetkisi, objektif olarak kullanılmamaktadır. Adalet Bakanlığı bu konudaki uygulamalarında objektiflikten ve hukuktan uzak durmamalıdır.

Değerli basın mensupları,

Yargıç ve savcıların toplu izin kullanmasını sağlayan adli araverme süresindeki kısıtlama, fiilen yargıç ve Cumhuriyet savcılarının kullanabildiği izin süresinin diğer kamu görevlilerinin bile altında kalmasına neden olmuştur.

Adli aravermeden yararlanacak yargıç ve Cumhuriyet savcılarının/savcıların, adli aravermenin hemen öncesinde (1 Ağustos arefesinde) belirlenmesi, yargı mensuplarının tatil planı bile yapamamasına neden olmuş ve olmaktadır. Atama kararnameleri daha erken çıkartılmalı, adli aravermeden yararlanacak yargıç ve Cumhuriyet savcıları, araverme başlamadan makul bir süre önce belirlenmelidir.

1 Ağustos’a kadar çalışan yargıçlar, verdikleri kararların yazımı gibi konular nedeniyle, hemen mahkemeden ayrılamamakta; 6 Eylülde başlayacak adli yılla bakacakları işleri incelemek için ise 6 Eylül’den daha erken bir tarihte işyerinde olmaları ve işlerini incelemeleri gerekmektedir. Bu ise adli aravermeye rağmen kullanılabildikleri fili izin süresini olabildiğince kısaltmıştır. Yoğun iş yükü altında olan yargıç ve Cumhuriyet savcılarının sağlık sorunlarının artmasına neden olmuştur.

1 Ağustos ila 6 Eylül arasındaki sürenin tamamını izinli olarak geçirmek isteyen yargıçlar, duruşmaları vb daha erken tarihlerde kesmek durumunda kalmışlardır. Bu durum ise duruşma takvimi gibi konularda her yerde farklı uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmuş, mahkemelerin çalışma dönemleri konusunda bir belirsizlik ortaya çıkmıştır. Oysa adli aravermenin 20 Temmuz’da başladığı dönemlerde, işler 20 Temmuz itibarıyla sonlandırılmakta, bundan sonra ise biriken karar yazımı gibi işlere ağırlık verilerek, yargıçlar yine Temmuz ayı sonunda izinlerine başlamakta ve fiilen kırkbeş gün izin kullanma durumu da, hiçbir zaman söz konusu olmamakta idi. Dolayısıyla mahkemelerin çalışma takvimleri konusunda belirlilik bulunmaktaydı.  Araverme süresinin memurların izin süresinden fazla ve kırkbeş gün olarak belirlenmesinde aykırı bir yön bulunmamakta iken, sürenin kısaltılması, bu düzenleme ile güdülen amacı sağlamamış, aksine yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır.

Dönüp baktığımızda adli aravermeden kısaltılan on günlük süre yargıdaki sorunları çözmüş, gecikmeleri önleyebilmiş midir? Yoksa yargıç ve savcıların, çalıştığı ortam ve koşullar görmezden gelindiğinden, bir erki kullandığı gözetilmediğinden, diğer ülkelerdeki sistemler de derinliğine analiz edilmediğinden, yargı organları popülizm uğruna bu düzenlemeye mi muhatap olmuştur? Bu soruların tek yanıtı vardır. Yanıt ta, adli araverme süresinin tekrar kırkbeş gün olarak düzenlenmesidir.

Değerli basın mensupları,

Yargı üzerindeki baskılar artarak devam etmektedir. HSYK üzerinde yaratılan baskı tüm kamuoyunun bilgisindedir. Ülkemizdeki en güvenceli Kurul HSYK’ya yapılanlar gözetildiğinde, yerel mahkemelerde çalışan yargıç ve Cumhuriyet savcılarının ne kadar güvencede olabildiklerini ifade etmeye gerek yoktur. Hangi yargıç, Cumhuriyet Savcısı, yargı organı ya da kurul hizaya getirilmek isteniliyorsa, tek yanlı yayınlarla, baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Yargı yargıya bırakılmalı, yargı da rahat bırakılmalıdır. Yargının hukuk devletinin yaşaması için gerekli olduğunu hatırlatmaya gerek olmamalıdır.

Kuralsız izleme ve iletişim tesbitleri, Türkiye’nin günümüzdeki, teknoloji üzerinden karşı karşıya kaldığı ve herkesin muhatap olduğu en yaygın insan hakkı ihlalidir. Her şey hukuk içerisinde yürütülmelidir. Benimde bir gazetede 9 Temmuz 2009 tarihinde Ankara’nın ortasında, halka açık bir ortamda, geniş katılımlı ve tamamen hukukçuların yer aldığı açık bir yemekteki resmimin, uygun bir zaman dilimi beklenilerek basılması ve HSYK kararnamesi ile ilişkilendirilmeye çalışılması, hiçbir hukuk ve ahlak kuralları ile bağdaşmamaktadır. Söz konusu yayın nedeniyle tarafıma ulaşılması olanaklı iken, bana işin gerçeğinin ne olduğu bile sorulmadan, vur kaç niteliğindeki yayınlar, basın için etki altında kalmadan yayın yapabileceği bir ortamın tartışılmasını ivedilikle gerekli kılmaktadır. Çünkü yapılan yayınlar, hem kronolojik hem de içerik yönünden çelişkili ve gerçek dışıdır. Aynı açıdan ve karşı binadan teleobjektifle çekilen birden fazla resim, farklı gazetelerde basılıyor ve bu haberler yapılıyorsa, basın özgürlüğünün gereği olarak haber kaynağının açıklanmama hakkı var ise de, burada haberin kaynağının basın olmadığı açık seçik ortadadır. Basın, yayınlarıyla toplumu gerçekler hakkında bilgilendirmeli ve yönlendirmelidir. Oysa söz konusu resimlerle yönlendirilen basıl olmuştur. Basın özgürlüğüne, öncelikle basının kendisi sahiplenmelidir.

HSYK tarafından çıkartılan kararnameye yönelik olarak bir çok isim basında ortaya atılarak, YARSAV üyesi oldukları vurgulanmıştır. Kararname kapsamına elbette YARSAV üyeleri girebilir. YARSAV üyesi olmak ne bir ayrıcalık ne de bir ayrımcılık konusu olarak görülmemelidir. Aksi davranış, insan haklarına ve özgürlüklere çarpık bir bakışı yansıtmaktadır. YARSAV’ın yargı organlarında her sıfattan üyelerinin olması son derece doğal ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereğidir. YARSAV üyeliğinin adeta gizli bir faaliyet gibi sunulması, hukuk devleti anlayışı yönünden son derece manidardır. Basın tarafından bilinmesine rağmen, yayınlara konu edilen belirli isimler için “YARSAV üyesi olduğu ortaya çıktı” biçimindeki haberler için çok şeyler söylenebilir ancak bu yayınlardaki abartı ve yayınların amaçlı oldukları açık ve herkesin kavrayabileceği bir durum olduğundan, üzerinde durmaya ve söz söylemeye gerek bile görmüyorum.

HSYK kararnamesi ile ortaya çıkan tablo ve alınan kararlar, objektif ve hukuksal yönden yorumlanmalıdır. HSYK toplumda yaratılmak istenen ayrışmaya rağmen, hukukun ve bağımsız yargının her türlü olumsuz koşul içerisinde bile güvencesi olduğunu göstermiştir. HSYK, yargı ve hukuk devleti için vazgeçilmez bir kurumdur. Yargının böyle bir kurula kavuşması, çok büyük sıkıntılar ve mağduriyetlerin sonrasında ancak 1961 yılında olabilmiştir. Bu nedenle anılan kurulun değerinin anlaşılabilmesi için, bu kurulun bulunmadığı dönemlerdeki iş ve işlemleri hatırlatmaya gerek olmamalıdır. Bir ülke ve toplumun hafızasını kaybetmesi düşünülemez.

Kararname hazırlanması, süre ve dönemleri konusunda daha önceki basın açıklamalarında ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır. Yargıç ve Cumhuriyet savcıları, tedirgin olmadan bu sürecin yaşanması için bazı mevzuat ve uygulama değişikliklerine gidilmesi kaçınılmazdır.

Bizi bekleyen yeni adli yılın, yargıdaki sorunların en aza indirileceği bir yıl olmasını diliyorum. Yoğun iş yükü altında görev yapan ve adli aravermeden yararlanan yargıç ve Cumhuriyet savcısı meslektaşlarıma iyi tatiller, nöbetçi olarak görev yapan meslektaşlarıma ise iyi nöbetler dileyerek konuşmama son veriyorum.

Saygılarımla.

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU

YARSAV Başkanı