HSYK Değişiklik Teklifi Değerlendirme

Yargı kurulları, kuvvetler ayrılığı ilkesine saygı bağlamında "Hukuk Devleti"nin en önemli unsurlarından biri olan “Yargı Bağımsızlığı” ilkesini etkili bir biçimde hayata geçirme, yargıç güvencesini sağlama, adaletin etkinliğini ve kalitesini teşvik etme, yargı sistemine toplumun güvenini tesis etmeye yardımcı olma amacıyla oluşturulmuş kurumlardır. Bu niteliğinden dolayı yargı yüksek kurullarının varlığı hemen hemen tüm ülkelerde anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Yasalarla bu kurulların yapısıyla sürekli oynamak kabul edilemez.

Kuvvetler ayrılığının günümüz toplumlarında ve siyasal yönetimlerindeki uygulama pratiği, geçmiş yüzyıllardan farklılaşmış ve bu doğrultuda gözler yasama ve yürütme organı karşısında denetleyici ve dengeleyici rolüyle yargı organı üzerine çevrilmiştir. Zira günümüzün parlamenter demokrasilerinde -bu kurumun doğası gereği- yasama ve yürütme güçleri adeta tek bir organ gibi hareket edebilmiş ve her iki organ arasında olması gereken kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmıştır. Bu sebeple 20. Yüzyılda kuvvetler ayrılığı ilkesinin siyasi iktidardan (yasama ve yürütme organları) bağımsızlaştırılmış bir yargı erki ile karakterize edildiği ve bu anlamıyla işlevsel kabul edildiği rahatlıkla ifade edilebilir. Dolayısıyla barışçıl bir toplumsal düzende bireysel hak ve özgürlüklerin olması gerektiği şekilde korunabilmesi ancak, yasama ve yürütme organları karşısında kurumsal bağımsızlığa sahip yargı organlarının varlığı ve denetimi ile mümkündür.

HSYK değişiklik teklifi, siyasal iktidarın içine düştüğü son derece zor durum nedeniyle panik halinde, refleksif olarak, pragmatik kaygılarla bir siyasal manevra olarak gündeme getirilmiştir. Amaç yargı içerisindeki paralel yapı ile mücadele etmekse bu şekilde olmayacağı çok açıktır. Getirilmek istenen düzenleme yeni bir paralel yapının sinyallerini vermektedir. Görülüyor ki, hukukla bağını hızlı üretim yasa, yönetmelik ve genelgelerle kurduğunu sanan, on yılların birikimini bir kalemde silip oluşturduğu “yeni”ye ilişkin de bütünlük kaygısı taşımayan bir yönetim anlayışı, her anlamda bir dağılma ve çözülmeye yüz tutmuştur. Bu ülkeyi kuran değerler üzerindeki “vandalizm”in faillerindeki telaş ve panik toplumun gözünden kaçmamaktadır. Yaşananlar ışığında yargının araç, değilse hedef aksında olmasından daha doğal bir durum bulunmamaktadır.

Siyasal iktidar HSYK değişikliği ile yeni durumda yürütmenin yargı üzerindeki tahakküm ruh ve bilincini tüm yargıya egemen kılmak, tam bağımlı bir yargı yaratmak istemektedir. Salt amacı bu olunca, bu değişiklik sürecinden umutlu olmak mümkün bulunmamaktadır. Yargı ile son dönemdeki yaşanan gerilimler, yargı tabanının önemli kısmında siyasal iktidara, özellikle Başbakan ve yakın çalışma ekibine karşı rahatsızlık duyulmasına yol açmıştır. Meslektaşlarımızın yargı ile ilgili tüm sosyal medya platformlarındaki görüş ve düşünce açıklamalarında, anketlerde, bu durum rahatlıkla görülebilmektedir. Gündelik ve siyasal basit çıkarların gereği olan yasal düzenlemelerle ilgili kısa sürelerde yaşanan zikzaklar, artık mizah konusu olarak değerlendirilmektedir. Şu aşamada asgari ölçüde ciddiye alınırlığını ve meşruiyetini yitirmiş, kendini kurtarma kaygısına düşmüş bir aktörün öncülüğündeki yasa değişikliği süreci, yaşamsal değerdeki yargı kurumlarımız açısından olumlu sonuç vermeyecektir. Yargının bütüncül olarak ele alınmadığı, takaslarla acil gereksinim olan kısmın eğilip bükülmesine yönelik olan bu süreç, sislerin dağılacağı kısa süre sonrasında “hukuksuzlukları, yolsuzlukları örtme çabası” olarak etiketlenecek, süreç paydaşları açısından maliyeti ağır olacaktır.

Bu teklif ile YARSAV olarak sürekli dile getirdiğimiz; yürütme organı temsilcisi olan Adalet Bakanı’nın ve hakim-savcı sınıfından gelse de müsteşarın kurul yapılanmasında yer almasının, ülkemizin kendine özgü koşullarında, yargı bağımsızlığını sınırlayıcı ve zedeleyici etki yapacağı konusundaki düşüncelerimizin ne kadar haklı olduğu bir kez daha teyid edilmiştir. 2010 yılında gerçekleştirilen HSYK seçimi sırasında gerçekleşen kimi olaylar ve seçim sonucunda oluşan kurulun yapısı da unutulmamalıdır. Adeta siyasi iktidar temsilcileri gibi davranan kimi bakanlık bürokratları ile, uzmanlık ve saygınlıkları ile değil de, siyasi iktidara yakınlıkları itibarıyla seçilen kimi üyelerin varlığı, kurulun bağımsız davranma, düşünme ve karar alma mekanizmalarını ciddi olarak etkilemiş görünmektedir. Dolayısıyla HSYK yapısında illa ki bir değişiklik olacaksa ilk yapılacak iş Kurul’da Adalet Bakanı ve Müsteşar’ın varlığına mutlaka son verilmesi ve tüm işlemlerine karşı yargı yolunun açılmasıdır.

Diğer yandan YARSAV; var olduğu koşulların ülke içindeki zorluklarına inat, uluslararası ilişkileri ile saygın, ciddiye alınan ve takdir gören bir aktör halini almıştır. Yalnızca Avrupa değil, onun da parçası olduğu tüm dünyadaki yargı meslek örgütleri ile yargının ortak sorunlarına çözüm platformlarının vazgeçilmez paydaşı olmuştur. Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü, YARSAV’ın varoluşsal değerleridir. Bu değerleri savunmanın olası bedellerini ve ağır faturalarını en etkili ve tüm meşru olanakları kullanarak uygar dünyanın gündemine taşıdık ve taşımaya devam edeceğiz.

Küçülen dünyada iletişim kanallarının çokluğu ile herkes, her şeyden haberdar olma şansını yakalamıştır. İzlediğimiz dünyanın karşılıklı olarak ilgisine açığız. Bu bağlamda; üyesi bulunduğumuz Uluslararası Yargıçlar Birliği (IAJ), Avrupa Yargıçlar Birliği (EAJ) ve Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupalı Yargıçlar Birliği (MEDEL) ile Birleşmiş Milletler Yargıç ve Hukukçuların Bağımsızlığı Özel Raportörü Gabriela Knaul’e son dönemde yargı üzerinden yapılan kirli iktidar savaşlarını aktardık. Karşılıklı yazışmalarımızdan anladığımız kadarıyla ülkemizdeki yargının durumunu yabancı muhataplarımıza anlatmakta hiç zorlanmadığımızı söyleyebiliriz. Yargı bağımsızlığının amacına aykırı olarak devlet merkezli bir refleksle vesayete hizmet etmesinin de, demokratik meşruiyet üzerinden bu defa yargının tek adam tahtının altında yatan aslanlara dönüştürülmek istenmesinin de, bu ülkeye özgü paradoks olduğunu gayet iyi anlamakta ve ifade etmektedirler.

Derneğimizin girişimiyle, uluslararası yargı örgütleri aracılığıyla Türkiye’deki yargının içinde bulunduğu durum tüm dünya kamuoyuna taşınmıştır. Dolayısıyla içerdeki yapı imha edici misyon sahiplerine, şeffaflık çağında artık hiçbir şeyin gizlenemediği ve ulusal sınırlar içinde tutulamadığı,  hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı noktasında aynı kaygıları paylaşan birçok uluslararası aktörün var olduğu, haksızlık ve hukuksuzlukların bu aktörlerin objektif gözlem ve tespitleri ile yine ortaya konacağı gerçeğini hatırlatıyoruz.

Teklif’in yasalaşması durumunda, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkeleri rafa kalkacak, yargı sistemi felç olacak, meslektaşlarımız nezdinde de telafisi imkânsız hayal kırıklıklarına yol açılacaktır.

DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bilindiği üzere Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (“Kurul”) Anayasa’da yargısal fonksiyonu olmayan, idari kararlar alma yetkisiyle donatılmış idari bir kurul olarak düzenlenmiştir. Ancak Anayasa’nın Kurul’u düzenlendiği 159. maddesine bakıldığında ilk fıkra ile Kurul’un idari bir kurum olmasına karşın Anayasa koyucu tarafından klasik idari kurumlardan ayrıldığı, Kurul’a, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayacak kurumsal araçlardan biri olarak, farklı bir kamusal kimlik atfedildiği görülmektedir. Nitekim Anayasa koyucu Anayasa’nın farklı maddelerinde düzenlenen diğer idari kurumların/kurulların kuruluş ve görevlerinin kural altına alınmasından farklı olarak HSYK açısından “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkelerinin esas alınacağını belirtmiştir. Dolayısıyla Anayasa koyucu 159. madde ile Kurul’u klasik idari kurumlardan ayırmış ve Kurul’a Adalet Bakanlığından ve dolayısıyla siyasi iradeden bağımsız ayrı özerk bir irade vermeyi amaçlamış, sonuçta üyelerin seçimini kural altına alan fıkralar başta olmak üzere maddenin tümü bu temel amaçtan hareketle düzenlenmiştir.

İfade edilen bu amaç 159. maddenin ilk fıkrasında “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar” denilerek tereddüde yer bırakmayacak açıklıkta ifade edilmiş ve Kurul’un organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin tüm kuralların klasik bir kamu kurumundan/idari kurumdan farklı olarak “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkelerine uygun olması gerektiği belirtilmiştir. Madde metni bütünüyle incelendiğinde; Anayasa koyucunun öncelikle Kurul’u, yerine getirdiği hassas fonksiyon nedeniyle, klasik bir idari kurum olarak görmediği ve olağan bürokratik hiyerarşiden ayırdığı, ardından da Kurul’a Adalet Bakanlığı ve siyasi iradeden bağımsız kendi inisiyatifi ile kullanabileceği özerk bir irade tanımayı amaçladığı görülmektedir.

Anayasa koyucu bu amaçtan hareketle ilgili maddenin ilk fıkrasında, Kurul’un organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin yapılacak düzenlemelerin  “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkeleri çerçevesinde yapılacağını belirterek Meclisin sahip olduğu takdir yetkisini daha baştan bu ilkeler ile sınırlamış ve bu anlamda Kurul’un özerk iradesinin varlığını anayasal güvenceye kavuşturmuştur. Dolayısıyla 159. maddenin son fıkrasında Meclis’e tanınan, kurul üyelerinin seçimini, dairelerin oluşumunu ve işbölümünü, Kurulun ve dairelerin görevlerini, toplantı ve karar yeter sayılarını, çalışma usul ve esaslarını, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazları ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevlerini kanunla düzenleyebilme yetkisi, tamamen sınırlı bir yetki olup ancak ilk fıkrada belirtilen “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkeleri çerçevesinde kullanılabilecek bir yetkiyi ifade etmektedir.

Oysa Meclis’e sunulan teklif metni incelendiğinde; Kurul’un organizasyon yapısı ve işleyişine ilişkin düzenlemelerde 159.  madde uyarınca riayet edilmesi gereken “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” ilkeleri hiçe sayılmış, bir yandan Kurul adeta Adalet Bakanının emrinde, Bakanın iradesi dışında irade kullanamayan sıradan klasik bir kamu kurumuna/idari kuruma dönüştürülürken, diğer taraftan seçimle gelen üyeler Bakanın emrinde, Bakanın izni dışında karar alamayan bürokratik hiyerarşide görev yapan sıradan memur konumuna getirilmiştir. Diğer bir ifadeyle teklif ile; yargının bağımsızlığı ve dolayısıyla tarafsızlığı adına hayati bir fonksiyon icra eden Kurul, siyasal iktidarın/yürütme organının siyasi müdahale ve manevralarına tamamen açık hale getirilmiştir. Teklif ile; siyasal iktidarın Kurul’u manipüle ederek bağımsız ve tarafsız olması gereken yargıyı tümüyle kontrol altına almayı amaçladığı görülmektedir.

Dolayısıyla, Teklif’te yer alan HSYK2ya yönelik düzenlemeler Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine, 138. ve 159. maddelerine açıkça aykırılık içermektedir.

Teklif metninde öngörülen bazı değişiklikler teknik bir inceleme ile değerlendirildiğinde, ifade edilen “dönüştürme/siyasallaştırma” çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Örneğin; (ki bu örnekler daha kapsamlı teknik bir inceleme ile çoğaltılabilir)

1) Teklifin 27. maddesinde; Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürütmek ve bu konuda gerekli kararları verme yetkisinin siyasi bir kişilik olan Bakana verilmesi, görevlerini bağımsız bir şekilde yapmak durumunda bulunan Kurul üyeleri üzerinde adeta demoklesin kılıcı gibi durmaktadır. Böyle bir yetkinin siyasi bir kişilik olan Bakana verilmesi karşısında üyelerin nasıl olup da bağımsız ve tarafsız şekilde karar verebilecekleri cevap bulunması gereken ciddi bir sorudur.

2) Teklifin 29. maddesinde; Kurulun birinci ve ikinci dairelerinin beş üye, üçüncü dairesinin onbir üyeden oluşacağı ve üyelerin hangi dairede görev yapacağının Başkan tarafından belirleneceği öngörülmüştür.

Bu düzenlemenin rasyonel hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır ve bu durumda HSYK üyelerinin seçimle gelmesinin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Bakan tarafından belirlenecek 5´er üye 1. ve 2. Daire’ye atandıktan sonra kalan 11 üye de 3. Daire’ye atanmaktadır. Atamalar, görevlendirmeler v.b. kritik işlemler 1. ve 2. Dairenin görev alanındadır. 3. Daire ise Bakanlıklarda bulunan ve kızağa çekilenler için oluşturulan müşavirlik birimine dönüşmektedir.

1. ve 2. Dairelere Başkan tarafından; Cumhurbaşkanı tarafından atanan 4 üye, Adalet Akademisinden gelen 1 üye ve Müsteşarın dağıtılmasıyla oluşan pozisyonda kürsüden ve yüksek yargı organlarından seçimle gelen 15 asıl üyenin hiç bir fonksiyonu kalmamaktadır. Çünkü 1. ve 2. Daireler 5 üyeli olduğu için çoğunluk yönünde karar alabilecek 3´er kişi yeterli bulunmaktadır.

Sonuç, tam da istenilen biçimde, bu sistemle azınlıkta kalan 6 HSYK üyesinin, çoğunluk olan 15 HSYK üyesi üzerindeki tahakkümüne yol açılmaktadır.

3) Teklif metninin 33 ve 36. maddelerinde; Kurul tetkik hâkimleri ve müfettişlerinin Başkan’ın göstereceği iki katı kadar aday arasından Genel Kurulca atanacağı öngörülmüştür.

Anayasanın 159. maddesinin (11) numaralı fıkrasında;

“Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.”

Aynı maddenin (12) numaralı fıkrasında;

“Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.”

Aynı maddenin (13) numaralı fıkrasında;

“Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.”

Denilmektedir. Bu şekilde HSYK teftiş kuruluna ve tetkik hâkimliğine atama yetkisi Genel Kurula, Adalet Bakanlığı teftiş kuruluna ve tetkik hâkimlerine yönelik atama yetkisi ise Bakana verilmektedir.

Burada; hâkimlerin ve Cumhuriyet savcılarının denetimini yapan HSYK müfettişlerinin olabildiğince tarafsız ve bağımsız bir yöntem çerçevesinde atanmasının amaçlandığı çok açıktır. Anayasa yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi adına, HSYK teftiş kurulunun daha bağımsız bir şekilde teşekkül etmesini istemektedir. Kanunla getirilen düzenlemede, atanacak kişileri Adalet Bakanı’nın belirleyeceği öngörülmekte olup, bu durumda HSYK genel kurulunun yetkisi sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu durum hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Öte yandan Anayasa’da HSYK müfettişlerinin ve tetkik hâkimlerinin atama yetkisi Genel Kurula verildikten sonra, bu yetkinin nasıl kullanılacağı konusunda kanunî düzenleme yapılacağına ilişkin bir ibareye yer verilmemiştir. (Anayasa Madde 159/son fıkra) Bu konuda ne Anayasa’nın 159. maddesinde ne de başka bir yerinde özel hükme yer verilmemiştir. Genel Kurula Anayasa’yla tüm hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından atama yetkisi verildiği halde, kanunla bu sayı atanacak kişilerin iki katıyla sınırlanmaktadır. Anayasal bir yetkinin bu şekilde herhangi bir ölçüye bağlı kılınmaksızın kanunla sınırlanması hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.

4) Teklifin 39. maddesinde; Genel Kurul gündemini belirleme yetkisinin Başkana ve dolayısıyla Bakana verilmesi kurul üyelerine ve dolayısıyla Genel Kurula tanınan yetkilerin içinin boşaltılması anlamına gelmektedir. Zira Genel Kurul hangi yetkilere sahip olursa olsun sonuçta bu yetkilerin kullanılabileceği konuların gündeme alınması gereklidir, oysa gündemi belirleyecek olan Bakandır, dolayısıyla bu düzenleme ile Genel Kurul aslında Bakanın belirlediği konularda yine Bakanın belirlediği yetkileri kullanabileceklerdir. Bu durumda teklif ile adeta klasik memur konumuna getirilen Genel Kurulun, nasıl olup da 159. madde gereği mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerinin sağladığı güvence içinde yetki kullanabileceklerinin izahı gerekir. Ayrıca Bakanın iradesi dışında yetki kullanamayacak olan üyelerin yargı mensuplarının oylarıyla demokratik bir şekilde seçilmesinin de bu noktada hiçbir önemi kalmamaktadır.

5) Teklif metninin 49. maddesinde (bu kısımda 6087 sayılı Kanun’dan farklı olarak, 6216 sayılı Kanun’da öngörülen değişiklik incelenmiştir); 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da değişiklik öngörülmüş, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmek üzere Cumhurbaşkanına sunulacak üyeler için “en az 6 yıl kıdemli olma” şartı getirilmiştir. Oysa 6216 sayılı Kanun’un tekliften önceki lafzı Anayasa’nın aynı konuyu düzenleyen 146. maddesinin 3. fıkrasıyla birebir aynıdır. Dolayısıyla teklif ile aslında 6216 sayılı Kanun değil “hukuka karşı hile” ile Anayasa’nın 146. maddesinin 3. fıkrası değiştirilmiştir. Zira teklif ile 146. madde de olmayan “en az 6 yıl kıdemli olma” gibi yeni bir şart getirilmiş ve böylelikle olağan kanun aracılığı ile anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. Söz konusu teklif bu anlamda Anayasa’nın 146. maddesinin açıklanması olarak da görülemez. Çünkü teklif ile öngörülen yasa değişikliği Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilebilme koşullarının düzenlendiği 146. maddesini somutlaştıran/açıklayan bir düzenleme değil, bu madde de getirilen koşula (genel kurullarca karar vermek) ek koşul getirmek (en az 6 yıl kıdemli olmak) suretiyle bu maddeyi değiştiren bir yasa niteliğindedir. Anayasa-kanun ilişkisinde somutlaştırma/açıklama ile değiştirme işlevleri arasındaki fark hayati öneme sahiptir. Zira anayasa-kanun ilişkisinde kanunların ancak somutlaştırma/açıklama fonksiyonu söz konusudur, bir anayasa kuralını değiştirmek olağan kanunların değil anayasa değişikliğine ilişkin kanunların üstlenebileceği bir fonksiyondur. Diğer bir ifadeyle Anayasanın 11. maddesinde kural altına alınan “anayasanın bağlayıcılığının ve üstünlüğünün” zorunlu sonucu olarak anayasalar olağan yasama organınca olağan kanunlar yoluyla değil anayasa koyucu tarafından anayasa değişikliğine ilişkin kanunlar yoluyla değiştirilmek zorundadır. Aksi bir durumda normlar hiyerarşisinin, anayasanın üstünlüğünün ve bağlayıcılığının bir anlamı olmayacaktır. Bu anlayış doktrinde, anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi çerçevesinde, “bir kuralı kim koymuş ise bu kuralı kaldırmak, değiştirmek veya bu kurala istisna getirmek yine aynı organın yetkisindedir”   şeklinde ifade edilmekte, görev ve yetki kurallarının olması gerektiği gibi işlemesine olanak sağlayan hukuki muhakeme için zorunlu kabul edilmektedir.

 

Murat ARSLAN

YARSAV Başkanı