Yargıda devrim gibi görkemli söylemlerle görevine başlayan yeni HSYK ikinci adli yılını da geride bırakırken Türk yargısı; Anayasa referandumu sonrası yeni dönemin en şiddetli destekçilerinde dahi varlık bulan hiçbir şeyin değişmediği karamsarlığı eşliğinde çözülemeyen problemleri ve içselleşmeyen, kültürle beslenmeyen düşüncelerin rehberliğinde kolaylıkla fanteziye dönüşen, dolayısıyla hem karşılığı hem de devamlılığı olmayan arayışları ile her geçen gün daha da kötüleşen bir tablo sergilemektedir.
Başta yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıç güvencesi, yargıda işyükü ve yargı mensuplarının özlük hakları (maaş, yıpranma payı, askerlik,yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile uyumlu olup güvenceyi zedelemeyen teftiş ve disiplin sistemi, bu sisteme destek niteliğindeki etik davranış ilke ve kodları belirlenmesi, başta öğretmenler olmak üzere eş koordinasyonu, adil bir lojman tahsis sistemi ve uygulaması vs) olmak üzere bir çok kronik sorun, ağırlaşarak artık bize özgü yargının mutlak-değişmez karakterlerine dönüşmüş vaziyettedir.
Tedavülde ne varsa onu portföyünde çoğaltmaya çalışan, neyin rayici yüksekse kamusal kudreti ile ona el koyup tekeline alan ve böylelikle daima kendisini muktedir konumda tutmanın kaygısında olan, herşeye heveskar, durakta beklemeyi sevmeyip ilk gelen iktidar aracına binmeyi maharet sayan hırslı ve sabırsız bir kadro, yargı alanında da “yeni”yi hızla tüketmiştir.
Uygulama ve icraatları ile ve daha da önemlisi siyasal iktidar karşısındaki tutumuyla HSYK´nın, yargıyı yürütme adına sevk ve idare eden, onun uzantısı kılan bir köprü ve aparat kimliği gittikçe belirginleşmektedir. Siyasi iktidarın yargıya müdahale niteliğinde olan ve eleştiri sınırlarını aşan, talimat verircesine beyanlarına karşı, HSYK tarafından tek bir açıklamanın yapılmamış daha doğru yapılamamış olması, bu saptamamızın sağlam ve kestirme sübutudur. Kapatılan adliyelerin bir kısmının hemen sonrasındaki siyasi baskılarla yeniden açılması sürecinde yaşananlar, yargı bağımlılığının en kristalize örneği olarak belleklerde yer etmiştir.
HSYK imzalı atama kararnameleri ile coğrafi güvencenin kırıntısının dahi olmadığı daha da vurgulanmıştır. Yandaşlığı esas alan tayin tasarruflarıyla bir tarafta mağduriyet diğer tarafta piyangovari sürpriz terfilerle ötekileştirme-kutuplaşma artırılarak devam etmiştir. Bir yıl içinde yargı mensuplarının yarıdan fazlasının görev unvanları ve yerleri değiştirilmiş, adeta yargı alt üst edilmiştir. Bu gayretkeşlik kürsü ile sınırlı kalmayıp bileşik kaplarda da etkisini göstermiş; HSYK anlayış ve icraatından “ayak alan” Yargıtay ve Danıştay yönetimlerince, üyeler ve tetkik hakimlerinin görev yerleri re´sen değiştirilerek anılan Anayasal kurumlara da “Güvencesizdir” levhası asılmıştır.
HSYK´nın yüksek yargıya üye seçimlerinde, objektif ölçütlerin yokluğuna bağlı keyfilik sürdüğü ve belli düşüncedeki insanlar tercih edildiği gibi “yeni” anlayışın kadın konusundaki temel bakışının yansıması olan dışlayıcı tavır da devam etmiştir. Bir kariyer meslekte “Kim,niçin terfi ediyor?” sorusunun makul, hukuken ve vicdanen kabul edilebilir açıklamasının yokluğu, bırakın o mesleğin gelişmesini, normal olarak işlemesi için bile son derece önemli motivasyondan yoksunluk doğurur. Bu anlamda mesleğimizde uzun zamandır yaşanan keyfilik ısrarı, ancak amacın yandaş görülmeyen nitelikli insanların küstürülmesi ve sonrasında kaçışı ile daha kontrol edilebilir ve kendinden yargı yaratmak olması ile anlaşılabilir ise de; gidenlerden geriye kalacak kalite ve nitelik ile yargının çok fazla yoluna devam edemeyeceği bilinmelidir.
Devlet geleneğimizdeki mesleki örgütlenmeden duyulan kadim rahatsızlığın yansıması olarak, yargının meslek örgütlerinde kurucu, yönetici, hatta HSYK adayı konumunda olanlar istek harici sürgünvari atanmaları ile hem mağduriyetlere yol açılmış, hem de mesleki örgütlenme mayınlı bir alana dönüştürülmüştür. Gerek YARSAV´ın gerekse YARGISEN´in kurucu başkanı olan sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu´na, yargıya yönelik kaba, ilkel, hukuk devleti ile bağdaşmaz ve adam yerine koymaz tarzdaki müdahalelerin her türlüsüne karşı ortaya koyduğu gayretlerinden, yürekliliğinden ve söylemlerinden ötürü, yasa dışı dinleme kayıtlarına dayanarak alınan hukuksuz bir kararla verilen yer değiştirme cezası, haksızlık, bedel ödetme, ibret ve gözdağı olarak yargı tarihinde yerini almıştır. Konu ile ilgili genel sistem tecrübemizin de emsalsiz katkıları eşliğinde özenle ve başarılı bir şekilde oluşturulan bu atmosferde, yargıda sendikal hakların yaşama geçirilmesi anlamında tarihi bir sıçrama aşaması olan YARGISEN hakkında kapatma kararı verilmiş ve bu karar onanmıştır. Kendisine ulaşma adına umut ve inancın derinliği ölçüsünde sayısız yollar bulunan hak ve özgürlüklere ilişkin kararlılığın devam edeceğinin ve YARSAV olarak bu konuda her türlü desteği vereceğimizin bilinmesini istiyoruz. En kısa zamanda yargı mensuplarının da sendikal şemsiyesi olacağına inancımız tamdır.
Bu sorunun diğer yansıması ise, Türk Yargı teşkilatında sadece bir yüksek mahkeme olan Yargıtay’ın değil bir nevi tüm yargı teşkilatının buluştuğu, devlet ricali ve medyaya yargının sorunlarının aktarıldığı, siyasi iradeden ve toplumsal kesimlerden beklentilerin ifade edildiği bir platform olarak kabul edilen Adli Yıl Açılışlarında, görüş ve düşüncelerini ifade eden yargı aktörleri arasına hakim ve savcılar ile meslek örgütlerimizin dahil edilmemesidir. Yargının sorunlarının ve beklentilerinin ifade edildiği bir düzlemde, konunun birinci planda ilgilisi hakim ve savcıların meslek örgütlerine yer verilmiyor olması kabul edilemez. Bu konuda 2009 yılından beri Yargıtay Başkanlığı´na yaptığımız başvurulara yanıt verilmesi nezaketi dahi gösterilmemiştir. Bu yanlışlığın acilen giderilmesi ve yargı örgütü temsilcilerinin düşüncelerini ifade edebilmelerine imkan tanınmasını bekliyoruz.
Başlarda ürkekliği ile yargıya saygı retoriğini (şimdilerde anlaşılıyor ki zorunlu olarak) tercih eden bir siyasal anlayışın, gelişen süreçte geldiği noktada muktedirliğini kanıtlama yollarından biri de yargıya ve yargısal alana alenen müdahale ve tecavüz olmuştur. Siyasi iktidarın, hiyerarşisi ve emri altındaki Adalet Bakanlığı, HSYK ve hatta yasama içindeki güçleri ile yargıya saldırıları kesintiye uğramadan sürmektedir. Deniz Feneri Savcıları, MİT ve Şike Yasaları, Özel Yetkili Mahkemelerle ilgili değişiklik düzenlemeleri ve verilen demeçler ile ülkeyi polis devletinden ayıran çizgiler buharlaştırılmıştır. Otoriterleşme eğilimleri artık tüm dünyanın malumu haline gelmiştir. Yargıyı yürütmenin onayına muhtaç kılan tutuk adalet anlayışı, 19. yüzyılda tecrübemiz, 20. yüzyılda makyajla sakladığımız gerçeğimiz olabilir ama yargısı bağımsız olmayanın devletten sayılmadığı 21. yüzyılda artık varlık bulamayacağı bilinmelidir.
Bir talimatla alelacele çıkarılan (hız ve hazırlıksızlığı ve daha da önemlisi yasalaşma zamanı ile de gecekonduyu akla getiren, üstelik kalitesi de aynı ölçüde olan) yasalardan yakınırken daha da hızlı olmak adına bir yetki yasasına dayalı olarak çıkarılan, aşırı hız ile çoğu kez yetki yasası alanı dışına taşan torba KHK´larda, yargı ile ilgili temel kurumlar ihdas edilmekte, kurallar değiştirilmektedir. Yetki yasasının son günü Başbakanlıkta oluşan kuyrukta şanslı olan Bakanlıklar son dakika KHK´larına hüküm ekletirken, geleceğin “Bir Zamanlar Türkiye” belgesellerine çarpıcı ama bir o kadar trajikomik malzemeler bırakılmıştır. Yargıya da bu torba KHK´ların ortaya karışık malzemesi olmak düşmüştür.
Yargıya güvenin dört koldan örselendiği bu süreçte başta yüreklerimizi dağlayan Doğubeyazıt Cumhuriyet Savcısı merhum Hakan Kılıç´a yönelik menfur saldırı olmak üzere yargı mensuplarına yapılan saldırılar, ekilen tohumların meyveleri olarak müsebbiplerini gururlandırabilir. En başta hukuka saygılı olma, en azından kamusal alanda böyle görünme sorumluluğunu taşıyanların, suçlayıcı, özensiz ve tahammülsüz beyanlarının toplum planında ne şekil ve düzeyde karşılık bulacağının gözardı edilmesini kabul edemiyoruz. Eleştirme özgürlüğü, hesapverebilirlik ve vatandaş memnuniyeti değerleri bağlamında haklara yapılan vurgunun aynı zamanda ve ölçüde sorumluluklara da yapılmaması; hakim, savcı, doktor, polis, hemşire ve öğretmenlere yapılan ve daha önce örneklerine pek rastlanmayan, şiddetin bir yangın gibi topluma yayıldığını gösteren saldırıları netice vermektedir. Bu koşullarda, yargı mensuplarının nitelikli korunması ve “üst düzey” konsepti ile güvenliklerinin sağlanması talebimiz, doğal olarak havada ve karşılıksız kalmaktadır.
Şeffaflık ilkesinin ve bu doğrultudaki mevzuat hükmünün gereği olarak hakim ve savcılar hakkındaki disiplin cezalarının kişisel bilgiler karartılarak Kurul’un resmi sitesinden kamuoyu ile paylaşılmasının da, yargının bu korunmasızlık ve adeta sahipsizliği koşullarında kaygı verici olduğunu belirtmek zorundayız. Yargıya toplumsal güvenin tecrübeler yerine çoğu kez algılar düzeyinde şekillendiği günümüzde, bu uygulamanın son derece ince bir ayarı gerektirdiği açıktır. Yargıya düşmanlığın sistemli ve çok aktörlü olduğu bir süreçte, bu paylaşımın, yargı ile ilgili olumsuz algının oluşturulmasına hizmet edeceği endişesini taşımaktayız. Uygulama sonrasında medyada yer alan “Çapkın Savcıya Sürgün, Aşık Hakime 10 Ay Hapis” , “Fuhuş Evi Açıp Aşk Yapan Savcı Sürüldü”, “Dolmuş Şöförü Savcı” başlıkları ile topluma verilen mesaj, yargıya güveni örseler niteliktedir. Öte yandan kişisel bilgilerin karartılması mekanizmasının, avukatları da içine alan son derece dar hukuk kamuoyunda ilgililerin kişisel verilerinin korunması dolayısıyla hakları açısından ne ölçüde güvence içereceği tartışmalıdır. HSYK´nın pek teşne olduğu bu “şeffaflık” değerini esas alarak ceza alan personelini toplumla paylaşan başka kurumlarımızın var olup olmadığını merak ediyoruz. Eğer yoksa, bu konuda öncü uygulamaya, hakim ve savcılarla başlanmasını HSYK´nın sıradışı başarısı olarak görebiliriz. YARSAV olarak varoluşsal amacımız çerçevesinde bu tür olumsuzluklara karşı duracağımız açık olmakla birlikte yargının yönetiminde söz sahibi olan mercilerin de duyarlı olmaları gerekmektedir.
MEDEL Raporu örneğinde görüldüğü üzere uluslararası meslek örgütlerinin Türk yargısı ile ilgili gözlem ve temaslarına dayalı bilgiler ve doğal olarak kendi ilke ve anlayışları çerçevesinde eleştiriler içeren raporlarına gösterilen, diplomatik nezaketle de bağdaşmayan, adeta bir hiddet ve öfke patlamasına dönüşen duyarlılığın, yargının kurumsal onurunun korunmasında neden devreye girmediğini merak ediyoruz.
Herkesin malumu ve çözüm bekleyen sorunlardan yola çıkarak yeni adli yıla ilişkin yapılması gerekenleri yeniden sıralarsak:
HSYK´nın siyasal iktidar ve yürütme ile ilişkilerinde yargı bağımsızlığına uygun bir çizgi izlemesi, bir tercih değil anayasal yükümlülüğüdür. Bu teşkilatın onuru da morali de, çalışma azmi de HSYK´nın bu noktadaki duruşunun sağlamlığı ölçüsündedir. Elbette devlet kurumları kavga etsin demiyor, biz sadece yargıyı diğer erkler karşısında eğilmemeye, toplumun kendisine tevdi ettiği gücün hakkını vermeye davet ediyoruz. HSYK´nın bu noktada her eleştiride, Adalet Bakanı´nın katıldığı toplantı sayısı üzerinden siyasal müdahale olmadığını kanıtlamaya çalışması, etki etmenin dolaylı bir çok yolu olması ve adliyelerin kapatılması olayında olduğu gibi bunun dışardan çok açık olarak görülmesi karşısında inandırıcı olmadığı gibi doğru da değildir. Meslek kamuoyumuz bu konuda duyarlılığına bağlı olarak sanıldığından daha keskin bir görüş yeteneğine sahiptir.
HSYK´nın tayin, terfi ve yüksek yargı üyelik seçimlerinde yandaşlık kriteri yerine objektif kriterleri ( düzenlemelerinde yer vermekle ve bunu yabancı muhataplarına göstermekle yetinmeyip) uygulamasını, devran bizde mantığıyla teamülleri alt üst edercesine makam dağıtma ve ilkelce rövanş alma duygularının esiri olmaktan kendini kurtarmasını bekliyoruz. Yüksek yargı üyeliğine seçilenlerle ilgili geride seçilmeyen binlerce insanı asgari ölçüde olsun tatmin edecek gerekçelerin açıklanmasını istiyoruz.
Hemen ve öncelikli olarak yargı bağımsızlığına tehdit ifade eden disiplin hükümlerindeki belirsizliğin, keyfi değerlendirmeler ile nitelendirmelere kapı aralayan ifadelerin ayıklanması yoluyla giderilmesi gerekmektedir. Belki disiplin cezalarının kamuoyuna ilanının tek olumlu tarafı; hangi fiillerin hangi disiplin hükmü kapsamında değerlendirildiğini görmek olacaktır. Disiplin hükümlerindeki belirsizlik, aşırı görecelilik ve keyfiliğe açıklık böylelikle daha da net olarak ortaya çıkacaktır. Varlığı ve aciliyeti tartışmasız değişiklik ihtiyacının, Adalet Bakanlığındaki birkaç bürokratın hazırladığı, katılım ve tartışma kanallarının neredeyse olmadığı bir taslağa dayalı yasal değişiklikle geçiştirilmemesi adına, meslektaşlarımızı konu ile ilgili platformlarda tartışma ve çözüm noktasında daha etkin olmaya çağırıyoruz.
Etik davranış ilke ve kodlarının, katılımcı bir anlayış çerçevesinde ve tanımlama tekeli oluşturulmadan belirlenmesi önem taşımaktadır. HSYK´nın etik davranış kodlarının belirlenmesine dönük bir proje kapsamında hazırlık içinde olduğu bilinmektedir. Bu konu özellikle yargı alanında son derece titiz ve denge gözeten bir üslup takınılmasını gerektirmektedir. Sonuçta ortaya çıkacak metnin, gerek meslektaşlarımızın değerlendirilmesine esas teşkil edecek ve meslektaşlarımızın da buna rıza gösterecek olması gerekse topluma bir taahhüt mahiyeti taşıması karşısında genel bir onam-kabul düzeyini tutturması yaşamsal görünmektedir. Öte yandan HSYK´nın alışageldiğimiz hiyerarşik dayatma tavrını benimsemesinin ve kurduğu bu ilişki üzerinden değer-davranış ve ilkelere ilişkin tanım tekeli oluşturmasının işin temel mantığı ile bağdaşmayacağını ifade etmek istiyoruz. Unutulmamalıdır ki, disiplin kuralları ihdas edilmeyecek; ortak, benimsenmiş, zamanla mesleki kültüre dönüşecek bir değer-davranış haritası oluşturulacaktır.
Yargı mensuplarının terfilerine esas olmak üzere çıkarmaları gereken iş miktarlarının dünyadaki emsallleri ile mukayaseli olarak makul düzeyde belirlenmesi “normal”inden sapılarak, HSYK´nın özellikle uzun süre kürsüden uzak olan mensuplarının belirlediği bol sıfırlı rakamları acı tebessümlerle karşılıyoruz. İlgililerin mevcut işyükünün hakim-savcı sayısına bölünmesi dışında bir çözüm formülleri yok gibi görünüyor. Oysa bu yaklaşımla, yargı mensuplarının üzerindeki yük gittikçe artmakta, ezilme duygusu ile sağlıklı bir yargılama yanyana olamamaktadır. Yargıda makul bir yana çılgın eşik dahi aşılmıştır. HSYK´dan çokça öykündüğü Batı standartlarının uygulanmasını bekliyoruz.
Maaş sisteminin erkler ayrımına ve yargının bağımsızlığına uygun bir formata kavuşturulması dışında köklü çözüm görünmemektedir. Bu iş yürütmenin alanı içinde özel ayarlar ile hep yargı mensuplarının aleyhine sonuç veren formülasyonlarla maskaralığa dönüştürülecek bir iş değildir. Başbakanlık Müsteşarının parasal haklarının bir gizli devlet sırrına dönüştürülmesi, bakılan uyuşmazlıkta bu hususun ilgili idarelerden sorulmasının soruşturma konusu yapılması ve Başbakanlık Müsteşarına yargıya yansıması olmayan örtülü kalemler üzerinden iyileştirmeler yapma uyanıklıkları, kıstas aylığa esas aylığın diğer kamu görevlilerinin parasal haklarına nisbeten yıllardır eriyen bir grafik göstermesi, sistemin yanlışlığının bağıran işaretleridir. Anayasal teminat getirilmesi bizim ve uygar tüm dünyanın doğru kabul ettiği bir husus ama ne yazık ki yürütme zemininde bu doğrular politik olarak yanlış muamelesi görmektedir. HSYK´nın bu konudaki vaaadi de, sahipsiz kimliği ile ortalarda gezinmekte, varlık bulacağı yargı seçim paketi-2014´ü beklemektedir.
Mevcut çalışma koşullarımızın, tüm kamu çalışanlarına yönelik yıpranma payı ile ilgili yeniden yapılacağı ifade edilen düzenlemelerde gözardı edileceği en büyük kaygımızdır. Bu konuda uzman ancak bağımsız bir heyetin, yargı mensuplarının örneğin İstanbul yargı birimlerimizi bırakın incelemesini, görmesinin dahi yeterli olacağı kanaatindeyiz. HSYK´yı bu konuda meslektaşlarımızın yanında görmek istiyoruz. Meslektaşlarımızın hakları, Çanakkale Savaşından girip, bir zamanlar katır sırtlarında keşif ve “ben olsam şöyle çalışırdım”a varıncaya değin bir yığın yersiz hamasete ve varsayımsal kahramanlığa kurban edilmemelidir.
Yaşamını yitiren ve geride eş ve çocuklarını emanet bırakan meslektaşlarımıza yönelik yardım kampanyaları sevindirici ilginin muhatabı olsalar da bu konuda diğer meslek camialarında olduğu türden bir kurumsallaşma çözüm adına daha doğru ve etkili bir adım olacaktır. Bu bağlamda bir vakıf, yardım sandığı veya buna benzer kalıcı bir çözümün yaşama geçirilmesi aciliyet içermektedir.
Meslektaşlarımızın çalışan eşlerinin atama koordinasyonu sıkıntısı özellikle öğretmen eşler için bir dönem için kısmen aşılmış ise de Milli Eğitim Bakanlığının yeni uygulaması ile yine en başa dönülmüştür. Konu ile ilgili anılan Bakanlıktan uygulama değişikliğinin nedenlerinin sorulması ve sorunun aşımında daha aktif tutum gösterilmesi gereği açıktır. Bu konuda askerlerin benzer sorunları için Milli Eğitim Bakanı’nı bizzat ziyaret eden Genelkurmay Başkanı’nın tavrının örnek alınması gerekmektedir. Re´sen atanan ve bu atamaya karşı dava açma hakkı da bulunmayan meslektaşlarımıza, her atama döneminde aile birliği ve düzeni krizi yaşatılmasını, eşin çalıştığı kurumla koordinasyondan sorumlu merci olarak HSYK´nın ayıbı olarak görüyoruz.
Sık ve zamansız atanmanın olumsuz yansımalarından biri de, hakkaniyet temelinden uzaklaşarak bir imtiyaz ve rant dağıtma mekanizmasına dönüşen lojman tahsislerinde yaşanmaktadır. Lojman tahsisleri, bu meslekte adaletsizliğin en açık, aleni ve korkusuzca sergilendiği, asgari hakkaniyet ve eşitlik tatminini yaratamayan bir alan olarak adalet yönetimi sistemimizin kalitesi ile ilgili olarak sonuçları doğruya en yakın turnosol kağıdıdır. Bu konuda meslektaşlarımızın sebebiyet verdiği kimi olumsuzluklar, kura dışı yöntemle lojman tahsis etme, bir lojmanın tahsis edilen üst düzey bürokratın (eşi demek daha doğru) kararsızlığı nedeniyle lojman kira bedeli alınmadan aylarca boş tutulması, belli lojmanlara özel tadilat harcaması yapılması, daha çok üst düzey yargı bürokrasisine lojman tahsis etmeye yönelik pahalı ve lüks nitelikte lojman satın alınması, sonrasında hiyerarşinin kimseyi itiraz ettirmeyecek gücüne sığınılarak başvuru ve puanlama olmaksızın doğrudan tahsis yapılması vs. usulsüzlüklere perde olamayacağı gibi, hem kişilerin hem de tüm toplumun hakkı olan böyle bir konudaki vurdumduymazlığı ağır bir ahlaki yozlaşma olarak görüyoruz. Nisbeten objektif ölçütlerin olduğu kamu konutları mevzuatını uygulamamayı ya da uygularmış gibi görünmeyi asgari bir vicdan ile bağdaştıramıyoruz. Fütursuzca hak yemenin “normal” görüldüğü bu anlayış ve yapıya son verilmesi için, disiplin cezalarınının ilanındaki şeffaflık duyarlılığının bir yansıması olarak lojman başvuru, puanlamaları ve tahsislerinin internet ortamında yayınlanmasını talep ediyoruz.
Yargının yönetim anlayışı ve performansında Van-Erciş Depremi sonrasında Van yargı teşkilatının yaşadıkları gerçekten ibretliktir. Meslektaşlarımızın minnet ve teşekkür edilesi üstün fedakarlığı ile bir iflas yaşanmasının önüne geçilmiştir. Ankara yargı bürokrasisinin konuya asla nüfuz edemeyeceğinin ve nitekim etmediğinin karinesi olan sabah 9:00 uçağı ile gidip öğleden sonra 14:30 uçağı ile geri dönme turları dışında benzer felaketler durumunda daha önce hazırlanmış acil bir eylem planının süratle devreye girmesi ve uygulamalardan çıkarımlarla kurumsal hafıza oluşturulması gerekmektedir.
Yeni adli yılın, yargıdaki sorunların en aza indirileceği, hukukun üstünlüğü ve adaletin eksiksiz ve zamanında tesisi değerlerinin daha da yücelip parlayarak gittikçe kararan ufkumuzu aydınlatan ışıklar olacağı bir yıl olması umuduyla, yargıç ve Cumhuriyet savcısı meslektaşlarımız, tüm adalet personelimiz ve onların inanılmaz yükünü birlikte omuzlayarak her türlü takdir ve teşekkürü fazlasıyla hak eden fedakar aileleri ile adalet beklentisi içinde olan tüm halkımız için hayırlı bir adli yıl diliyorum. 01.09.2012
Murat ARSLAN
YARSAV Başkanı