Bu Yazıyı Yazdır
AVRUPA YARGIÇ VE SAVCI BİRLİKLERİNİN KURULUŞU, GELİŞİMİ VE YARGI İÇİNDEKİ ROLÜ
Çeviren: Dr. Mehmet Ruşen GÜLTEKİN
1- Yargıç ve savcı birliklerinin varlığına ilişkin ihtiyaç ve fikirler yeni değildir. Daha 20. yüzyılın başında bazı ülkelerde yargıç ve savcı birlikleri kurulmaya başlamıştır. (Örneğin Norveç’de yargıçlar birliğinin kuruluşu 1907 yılına kadar uzanır). Bu birlikler, yüksek standartlara sahip, bağımsız ve özerk Avrupa yargı kültürünün hazırlanmasında oldukça önemli rol üstlenmişler ve Avrupa’da hukukun üstünlüğü ilkesi ve hukuk devleti fikrinin oluşmasının temel dayanaklarını kurmuşlardır.
Ancak Almanya’da naziler, İtalya’da faşistler iktidara geldiklerinde, bu ülkelerde bulunan yargıç birlikleri, nazi ve faşistlerin, ülkelerindeki diğer tüm kurum ve kuruluşlar gibi yargı erkini de kontrol altına alma çabalarından kurtulamamıştır. İtalya’da aynı tarihlerde tek olarak faaliyet gösteren İtalyan yargıçlar birliği, faşistler iktidara geldiğinde İtalyan hükümeti tarafından hemen kapatılmıştır. Almanya’da ise, yine o tarihlerde çok etkin bir durumda bulunan ve bağımsız ve tarafsız bir yargı sağlanması amacı ile faaliyet gösteren Alman yargıçlar birliği, naziler iktidara gelip kendi siyasi programlarını uygulamaya koyduklarında artık kendi gerçek misyonunu asla uygulama imkanını bulamamıştır. Almanya’da, Alman yargıçlar birliğinin gerçek rolünü uygulayamaması ise o ülkede devletin anayasal kurumları ile sivil toplum örgütlerinin tümüyle nazi programına dahil olmasını kolaylaştırmıştır.
Avrupa’daki diğer ülkelerde, örneğin İspanya ve Portekiz’de, aynı tarihlerde zaten iktidarda bulunan totaliter hükümetler bu tür birliklerin kurulmasına baştan itibaren hiç izin vermedikleri için bu şekildeki birliklerin kapatılmasına gerek bile kalmamıştır.
Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığının sağlanmasında, bu yönde ülkede varolan kültürün yayılmasında bu çeşit birliklerin önemi her türlü tartışmanın dışındadır. Bu ihtiyaç çok açıktır. Hukuk devleti, yargı ve yargıç bağımsızlığı, demokratik bir rejimin en temel değerlerini oluşturur ve bir ülkede bu demokratik temel değerler eğer tehdit altında ise bağımsız ve tarafsız olma durumu ve yükümü altında olan yargıçlar ve savcıların bu duruma karşı ilgisiz ve sessiz kalmaları onlardan beklenmemelidir. Başka bir deyişle yargı bağımsızlığı ve yargıç tarafsızlığı ilkeleri, demokratik bir devletin temel değerleri ve hukuk devleti ilkesi açısından, onların sessiz ve ilgisiz kalmaları gereken konular değildir. Bu ilkelerle ilgili ülkede tehdit söz konusu ise yargıçlar ve savcılar taraftır ve bu ilkelerin korunması için gerekli tüm önlemlerin alınmasını hakkına sahiptir.
Bu konudaki düşünce ve karvamlar Birleşmiş Milletler’in “Suçluların Cezalandırılması ve Suçların Önlenmesi” hakkındaki 7. toplantısında yargıç bağımsızlığı başlığı altında yargıç bağımsızlığının temel prensiplerinin tespit edildiği çalışmalara dayanmaktadır. Burada kabul edilen 8 no’lu ilke kararı açık bir şekilde yargıçların özgür iradeleri ile birlik kurma hakkının önemine işaret etmektedir ve dahası bu hakkın sadece kendi özlük haklarını korumak için geçerli olmadığını aynı zamanda bu hakkın yargı bağımsızlığının korunması için de varolduğunu kabul eder. Birleşmiş Milletler’in bu prensip kararı, yargıçlar ve onların kurduğu birliklerin en temel insan hakkı olan ifade özgürlüğü ile birlik kurma özgürlüğü arasında oluşturduğu bağ açısından da önemli ve özel bir değere sahiptir.
Sonrasında Birleşmiş Milletler yargı bağımsızlığının savunulması ve korunmasının yargıç ve savcı birliklerinin en önemli amaçlarından biri olduğunu belirtmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrasında, daha önce yukarıda belirtilen totaliter rejimlerin yönetimleri sırasında ülkelerindeki yargıç birliklerine sağladığı sınırlı rol sebebiyle, o ülkelerde yargı bağımsızlığı ile ilgili içine düşülen hukuk dışı durumlardan Birleşmiş Milletler bir sonuç çıkarmış ve II. Dünya Savaşından sonra çıkarılan bu önemli sonuç sebebiyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği, yargıç birliklerinin çerçevesini belirleyen bir norm oluşturmuştur. Sonrasında ise belirlenen bu normun etkili bir şekilde uygulanması, teşvik edilmesi ve sorumluluğunu düzenleyen bir ilkeler sistemini kabul etmiştir.
Birleşmiş Milletler’in “Suçluların Cezalandırılması ve Suçların Önlenmesi” hakkındaki 8. toplantısında ise aynı ilkelerin savcılar için de geçerli olduğu kabul edilmiştir.
Gerçekten, ifade özgürlüğü ve yargıçların birlik kurma özgürlüğü başlığı altında Birleşmiş Milletler Kongresinde kabul edilen 8 no’lu ilke kararı, yargıçların sadece hukuki statüleri ve özlük haklarının korunması amacıyla birlik kurma hakkında sahip olmadıklarını, aynı zamanda yargıçların bu birlikler aracılığı ile temel insan haklarının korunması, yargı bağımsızlığı ile ulusal ve uluslararası hukuk konularında bütün kamu tartışmalarına katılma hakları bulunduğuna da vurgulamaktadır.
Birleşmiş Milletler Kongresinin 8. toplantısında ayrıca, yargı bağımsızlığı, demokratik toplum değerleri, hukuk devletinin korunması konularında siyasi olarak atılması gereken adımlar hususunda savcı birliklerinin de aynı derecede ifade özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiştir.
Bu bilgiler ışığında, yargı bağımsızlığı, demokratik toplum değerleri, hukuk devletinin korunması, temel insan hakları ve bu değerlerin yaygınlaştırılması için yargıç ve savcı birliklerinin bu konulardaki aktif adalet politikalarına katkıda bulunmak amacıyla önemli rol ve etkinliği olması gerektiğinin Birleşmiş Milletler tarafından amaçlandığını söyleyebiliriz.
Başka bir anlatımla yargıç ve savcı birliklerinin ilgi alanı, sadece yargıç ve savcıların özlük haklarının korunması, kendi kanunu ile kendilerine sağlanan hak, yetki ve ayrıcalıkların savunulması değil, aynı zamanda insan haklarının etkin korunması için insan temelinde oluşturulan yüksek düzeydeki politikalara etik açıdan katkıda bulunmaktır.
Yargıç ve savcı birliklerinin ilk kez kurulduklarında yaşanan sıkıntılı süreçlerden ve yukarıda anlatılan ilke ve yeni fikirlerin kabul edilmesinden sonra, onların faaliyet alanları tamamen değişmiş ve gelişmiştir.
2- Daha sonra, Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve yukarıda belirtilen yeni fikirler ve ilkelerin, 1968 yılından sonra Avrupa’da görülen yargıç ve savcı birlikleri hareketleri, uygulamaları ve yeni fikirleri karşısında yetersiz kaldığı görülmüştür.
Gerçekten, bu yıllarda İtalya ve Fransa’da pek çok yargıç ve savcı, insan hakları politikalarını tartışmadan ve korumadan yargı bağımsızlığı ve yargıç ve savcıların tarafsız ve bağımsız olmalarını sağlamanın mümkün olmadığını anlamaya başlamıştır.
Bu yeni yargıç ve savcı birlikleri, yargıdaki bağımsızlık ve tarafsızlık olasılığının tümüyle insan hakları konusunda somut adımların atılmasına bağlı olduğunu kabul etmişlerdir.
Aynı zamanda, bir ülkede yargı bağımsızlığı ve özerkliğinin gerçekleşmesinin sadece yargıçların tarafsızlığı gibi konularla değil aynı zamanda ülkenin anayasası ve kabul ettiği uluslararası sözleşmelerde yer alan insan hakları ile ilgili hükümlerin etkin bir şekilde uygulanmasının sağlanması ile mümkün olabileceği yönünde yargı bağımsızlığı ve özerkliği kavramları somutlaşmaya başlamıştır.
İnsan haklarının etkin uygulanması; yargı bağımsızlığı, tarafsız yargıçlar ve kendi somut bağımsızlığı ve özerkliğini koruyan savcılar olmadan güçlü bir şekilde gerçekleştirilemez.
İberya yarımadasındaki totaliter rejimlerin sona ermesinin ardından yukarıda bahsedilen fikirler İspanyol ve Portekizli yargıç ve savcılar tarafından da öğrenildi ve ciddi bir şekilde desteklenmeye başladı.
Buradaki yargıç ve savcılar kendi tecrübeleri ile çok iyi biliyorlardı ki; ülkelerindeki tüm vatandaşların anayasal haklarının sağlanması ve uygulanması için, yargı bağımsızlığı ile ilgili anayasanın kendilerine sağladığı teminatlar olmadan o ülkede etkin bir şekilde insan haklarını sağlamak mümkün değildir.
Bu hususları dikkate alan İspanya ve Portekiz’deki yeni yargıç ve savcı birlikleri, yargıç ve savcıların statüleri ve yeni anayasal haklarla ilgili yeni bir metin hazırlayarak bu yöndeki süreçlere aktif olarak müdahale etmeye başladılar.
İspanya ve Portekiz’deki yargıç ve savcı birliklerinin bu yöndeki yapılan yasa çalışmalarına dahil olmaları ve somut adımlar atmaları, bu yönde çalışmalar yapan İtalyan ve Fransız yargıç ve savcı birliklerinin çalışmalarına esin kaynağı olmuştur.
3- II. Dünya savaşından sonra anayasalaşma sürecine eş zamanlı olarak Avrupa Konseyi tarafından İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Bu Sözleşme, 11. maddesi ile dernek kurma hakkını, en önemli medeni hak ve gereklilik olarak açıkça tanımladı.
Madde 11
Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü
1. Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir.
2. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir.
Bu maddede dernek kurma özgürlüğünün sınırları ikinci paragrafında gösterilmiştir. Bu paragraf iki türlü sınırlamadan bahsetmektedir. Genel sınırlama ve özel sınırlama.
Bununla birlikte bu sınırlamalar sadece Sözleşmenin 8. maddesinin ikinci paragrafındaki sınırlamalarla birlikte değerlendirildiğinde anlam ifade etmektedir.
Madde 8
Özel hayatın ve aile hayatının korunması
1. Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir.
Bu hükümlerin anlamı, yargıç ve savcı birliklerinin kurulması ile ilgili olarak sözleşmede hiçbir özel sınırlama bulunmadığıdır.
Yargıç ve savcıların prensip olarak yargıç ve savcı birlikleri kurmaları önünde hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, belirtilen hükümlerin bir sonucu olarak, yargıç ve savcıların ülkelerinde birden çok birlik kurabilmeleri önünde de herhangi bir engel bulunmamaktadır ama yargıç ve savcılar kurulan birliklerden herhangi birine katılmaya da zorlanamaz. Yargıç ve savcı birliklerine katılmak yargıç ve savcıların özgür iradelerine bağlıdır.
Bu ise, bir ülkede ülkesel mevzuatla yani yasa ile yargıç ve savcıların ülkede varolan tek bir birliğe katılmaya zorlanamayacağı anlamına gelir. (Monopol oluşturmama prensipi). Yani yargıç ve savcı birlikleri ile ilgili olarak çoğulculuk ilkesi geçerlidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de, sözleşmenin 11. maddesinin sınırları ve alanını gösteren pekçok kararı mevcuttur.
4- Birlik oluşturma ve toplantı özgürlüğü ile ilgili genel prensiplerden esinlenen Avrupa Konseyi, 1997 yılında, yargı bağımsızlığı ile ilgili konularda o tarihe kadar yapılan tartışma ve çalışma sonuçlarının geliştirilmesi ve en üst düzeyde belirlenmesi amacıyla toplanmıştır.
Bu toplantıda ise, hukukun üstünlüğünün sağlanmasındaki en temel enstrümanlardan biri olarak hukuk enstitülerinin (yargıç ve savcı birlikleri) geliştirilmesi amacıyla, bu konuda devam eden çabalara yeni bir itici güç sağlamak için, yargıçların statüleri ve yargı bağımsızlığı hakkında en önemli prensiplerin tespit edildiği bir Tüzük’ün onaylanması kararlaştırıldı.
Sonrasında Temmuz 1997 yılında Strazburg’da yapılan çok taraflı toplantıda Yargıçların statüsü ve yargı bağımsızlığı konulu taslak Tüzük onaylandı.
Hazırlanan bu belgenin başlangıç kısmında, Avrupa Yargıçlar Birliği (EAJ) ile Demokrasi ve Özgürlük İçin Avrupa Yargıçları Birliği’nin (MEDEL) yanı sıra 13 batı ,orta ve doğu avrupa ülkesinden toplantıya katıldıkları belirtilmiştir.
Yargıç ve savcı birliklerinin, yargıçların statüsü ve yargı bağımsızlığının gerçekleştirilmesi konularında oynadıkları etkin rolün varlığı asla yok sayılamaz.
Bu konuda, yani yargıç ve savcı birlikleri ile ilgili olarak anılan Tüzük’te şöyle denilmektedir;
1.7. Yargıçlar tarafından kurulan, tüm yargıçların özgürce üye olabildiği profesyonel örgütler, yargıçlara kendilerine ilişkin yasalarda yer alan, özellikle kendileri ile ilgili karar veren makam veya organlara ilişkin haklarını savunmada önemli ölçüde katkıda bulunur.
1.8. Yargıçlar, mahkemelerin idaresine ilişkin kararlar veya ulusal ve yerel seviyede kendilerine tahsis edilen ödenek ve imkânlarla ilgili kararlara, temsilcileri veya profesyonel örgütleri aracılığı ile katılırlar.
Bunlarla eş zamanlı olarak, 6 Ekim 2000 yılında 724. Başkanlar Kurulu toplantısında (2000)19 sayılı Ceza Yargılama Sisteminde Cumhuriyet Savcılarının Rolü hakkındaki tavsiye kararı kabul edilmiştir.
Bu tavsiye kararının 6. maddesinde aynı konu şu şekilde garanti altına alınmıştır.
“6. Devletler, Cumhuriyet savcılarının etkin toplanma, örgütlenme, inanç ve ifade haklarının sağlanmasını garanti altına alacak tedbirler almalıdırlar.
Cumhuriyet savcıları özellikle, hukuka, adaletin yönetimine, insan haklarının korunması ve teşvik edilmesine ilişkin kamuoyu tartışmalarına katılma, yasal bir örgüte üyeliğinden veya yasal bir faaliyeti sebebiyle mesleki bir zarara uğramaksızın, bireysel olarak yerel, ulusal veya uluslararası bir örgüte üye olma ve toplantılarına katılma haklarına sahip olmalıdırlar.
Yukarıda bahsedilen haklar, ancak Cumhuriyet savcılarının anayasal konumlarını korumak için gerekli olduğu hallerde ve kanunla sınırlandırılabilir. Yukarıda sözü edilen hakların ihlal edilmesi halinde etkin bir başvuru yolu bulunmalıdır.”
Her iki belgede, yargıç ve savcı birliklerinin amaçlarının çok geniş bir alanı kapsadığını kabul edilmiştir.
Yargıç ve savcı birliklerinin ülkelerindeki faaliyet alanı şu şekilde belirlenebilir:
- Yargıç ve savcı birlikleri bir taraftan yargıç ve savcıların mesleki ve sosyal menfaatleri ile ilgilenmekte,
- Diğer taraftan ise özellikle insan haklarının etkin korunması söz konusu olduğunda, siyasi ve medeni haklarla ilgili yargı politikalarının oluşumuna katkı sağlamaktadır.
Sonuç olarak yargıç ve savcı birliklerinin yargı konularına katılım sınırı, Avrupa Konseyi tarafından çok açık olarak belirlenmiştir ve yargıç ve savcı birliklerine, insan haklarının etkin korunması ve sivil toplum sorunları ile ilgili olarak çok önemli bir faaliyet alanı sağlamıştır.
5- Bu çalışmalardan sonra, son derece yeni, etkin ve aktif yargıç ve savcı birliklerinin 1960’li yıllardan sonra Avrupa’da kurulmaya başlandığı söylenebilir.
Gerçekten günümüzde, çeşitli ülkelerde, mahkemelerin bağımsızlığına destek veren, yargı bağımsızlığı ve yargıç ve savcıların tarafsız ve bağımsızlıkları ile ülkelerinde hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçekleştirilebilmesi için gerekli siyasi önlemlerin alınması konusunda sürekli faaliyette bulunan, özelde medeni hakları genelde ise insan hakları temelinde çalışan yargıç ve savcı birlikleri bulunmaktadır.
Portekiz ve İspanya’da 1970’lerde kurulan yargıç ve savcı birlikleri gibi, benzer birlikler Doğu Avrupa ülkeleri ile yeni latin-amerikan demokrasilerinde de kurulmuş ve faaliyet alanları ile ilgili olarak önemli roller üstlenmişlerdir.
Yargıç ve savcı birlikleri, kendi ülkelerinde hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı bir demokrasinin varlığının gerçekleşmesi için kendi ülkesinin anayasa ve diğer mevzuat çerçevesinde etkin bir rol oynamaktadır.
İtalya ve Fransa’daki yargıç ve savcı hareketleri karşısında gösterilen başlangıçtaki hukuk dışı davranışların ardından, bugün, insan haklarına saygı ve gerçek ve tam bir demokrasi kültürünün ülkede yerleşmesi açısından yargıç ve savcı birliklerinin üslendiği öncelikli rol artık demokrasilerde yatsınmamaktadır.